28 Aralık 2012 Cuma

Figüran



Sinemadan çıksak  da yeni yıl gelmiş gibi olsa ya da şarkıda söylenildiği gibi "mutlulukla ıslansa dünya"

İşi gücü bırakıp herkes bu filmi izlemeye gelse

Bu filmde herkes ağlasa

Bu filmde herkes kendi mutlu sonunu canlandırsa gözünde.

Herkes hayatındaki gizli kahramanı bulsa ve teşekkür edebilse ona...



Herkes kendi filminde figüran olsa ve baş rolü bir figürana verse daha iyi anlardık belki bizden farklı olanları !







27 Aralık 2012 Perşembe

ve hiç



Dünya yeşilli mavili
Kollarım hevesli
Odamdaki posterde o adam ve o adamın maviliği
Ellerim yeni yeni alışıyor adım atmaya
Sararan günlüğüme italik harflerle yazıyorum
Bana kol kanat geren muammalardır

Ve hiç vazgeçme
Ve hiç bırakma
Ve hiç 
Ve
hiç

kahvem bittikçe sana gülümserim
ve şeker gibi bir hiç

21 Aralık 2012 Cuma

Yaşam Sevinci






Siz orada değilmişsiniz gibi olur bazen. Herkes kendi halindedir ve kimse sizinle ilgilenmez. Kimse size poz vermez...Şanslı sayabilirsiniz kendinizi ya da küsüp gidebilirsiniz. Ben hep şanslı sayarım böyle anları...
Kışın ilk günlerinde yaşam sevincidir bu karenin içinde ya da dışında olabilmek. İçiniz içinize sığmaz olur. Orhan Veli'yi duyarsınız sanki. İstanbul her zamankinden daha çok dinlenilesi... Telaş içinde olan insanlar yok bu karenin içinde. Karede olsalar da olur olmasalar da...Onlar için yaşam o anda dinlenilesi...

Saldırgan mı?




Şizofreni hastalığı hakkında bilgisi ve ilgisi olmayanlara bir hatırlatma yapmak istedim. Şizofreni zor bir hastalık ve toplumun bu zor hastalıktan ya da bu hastalığa sahip bireylerden korkması durumu herkes için zorlaştırıyor. Şizofreni aynı zamanda hepimizin başına gelebilecek bir hastalık olduğu için hepimizi  biraz daha özenli ve duyarlı olmaya davet ediyorum. İnsanlar hakkında hastalıklarını işaret ederek saldırgandır yargısına varmak kolay olduğu için mi bu dışlama ve damgalama? Bir adım atsanız anlamak ve sevmek için ne kaybedersiniz?


http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=SendenHaberDetay&ArticleID=828


15 Aralık 2012 Cumartesi

çılgınlık mı?



Bavulunda kırılacak eşyalar taşıyordu sanki. Kırılacak kitapları ve kırılacak defterleri olmalıydı. Ona bu kadar yakından baktığım için bir an bu yakınlığın adının ilgi olduğunu düşündüm. Onun beni nasıl gördüğünü düşünüyordum. Sorularımla onu yoracak değildim. Yıllar sonra bir gün beni ilk gördüğü gün ne giydiğimi değil de nasıl göründüğümü sormak isterdim. Heyecanlı mı sakar mı ya da konuşkan ve candan mı?

Yıllar sonra aynı masada oturup konuşabilecek miyiz? Kitabını açtı ve okumaya başladı. Elinde sürekli oynadığı bir kalemle zaman zaman sözcüklerin altını çiziyor olmalıydı. O anlarda kendinden geçtiğini hissettim.

Başka bir şehre gidiyor olmalıydı. Otobüsünden önce gitmeliydim ben o şehre. O şehirde canlılık kalmadığını ve yakında kıyametin sadece o şehirde kopacağını inanarak ve inandırarak anlatmalıydım kendisine. Haydi dönelim demeliydim. Bizim şehrimiz yakında daha güzel olacak demeliydim. Neler olup bittiğine dair en ufak fikrim yoktu.

Onun başka bir şehre gidişini uzaktan izleyemezdim.

Ben kimdim ki? İki saattir ona uzaktan bakan bir yabancı.

Hapşırdım. Oturduğum masaya bir yabancı yaklaştı. Gözlerim onu aradı ama o yerinde yoktu. Bir anda gitmiş olamazdı. Lavaboya kadar gitmiş olabilir diye düşünerek kendimi rahatlatmaya çalıştığım anda "iyi yaşayın yabancı" dedi yanımdaki karartı ve o karartı netleştiğinde "rahatsız etmiyorum umarım" dediğini duydum. "Hayır" dediğim anda o karartının kim olduğunu anlayabildim. O camdan bavulu olduğuna ve başka bir şehre gitmesine engel olmak istediğim adamdı.

Bana ne dedi biliyor musunuz?

"Ben buralarda daha rahat yazıyorum. Bir yere gittiğim de yok. Ama isterseniz sizinle beraber sizin gittiğiniz şehre gelebilirim."

"Öyle mi? " dedim şaşkınlıkla.

Bavulunuz diyebildim zar zor.

"Yolculuk hissi için bana yardımcı oluyor"

Yeniden hapşırmak üzereydim ama ondan önce şöyle dedi yabancı:

İnanın çapkın bir insan değilim. Yalnızlığımı da çok severim. Sizin de yalnızlığı sevdiğinizi hissettim. İki yalnız insanın bir anda aynı yolculuğa çıkmaya karar vermesi çılgınlık olmalı diye düşündüğünüzü düşünüyorum.

Hapşırdım ve ona bakıp şöyle dedim: Çılgınlık mı? Yanılıyorsunuz. Bu düşünceniz sadece çılgınlık değil ki...Aynı zamanda güzel bir çılgınlık!

11 Aralık 2012 Salı

Şarkılarlaaaaaa la la la laaaaa



Bir sabah kendinizi bu iskelede bulabilir ve renkler için ve yağmur için teşekkür edebilirsiniz.
Bir şiir geçer gibi olur bazen.
Bazen de vapurda çay içerken şekerli şekerli gülümsersiniz.
Şemsiyenizi açmak gelmez içinizden ya da sarılıp kalırsınız maviye.
Bir sergiden çıkmışsınızdır az önce ya da çok sevdiğiniz bir şairle karşılaşmışsınızdır.
Heyecandan olacak unutursunuz yapmanız gereken en önemli işleri.
Buğulu vapur camından bakarken deniz ne kadar masumdur.
Siz çocukluğunuzda izlediğiniz futbol maçında duyuramayacağınızı bile bile Rıdvan'a seslendiğinizi hatırlarsınız. Ne güzel bir gündür aslında Çarşamba ya da ne kadar da haylaz bir kediniz vardır. Maması dururken kabında sizin yemeğinize ortak olur.
Şiir gibi sokaklar olur. Hem belki o sokak sizin oturduğunuz evin sokağıdır.
Şiir gibi insanlar olur. Hem belki o insan şu an sizin yanınızdadır.
Uzak zannederiz bize yakın olsalar da...
Alice Harikalar Diyarında'yı okumak lazım yeniden.

Bir dilek tutmak için iki çiçek isminin arasında kalmanızı diledim şimdi.
Siz de benim için bir dilek dileyin.
Dilemeseniz de olabilir.

İçimdeki radyoda bir sabah tüm frekanslar karışsa da bunun geçici bir hal olduğunu düşünerek şarkılara inanacağım. Şarkılara, şekerli yoğurtlara hep göz kırpmanız dileğiyle...

6 Aralık 2012 Perşembe

Mutluluğun Formüllerine İnanma!






Geçen hafta pazar günü Şinasi Sahnesi'nde Sırça Kümes oyununu izledim. Sırça Kümes oyununun yazarı Tennesse Williams.

Sırça Kümes'te üç yetişkinin iç dünyalarına girmemize izin veren ya da kendi dünyamız hakkında bizi düşündüren diyalogların etkisinde kaldım.

Yetişkinlerden en yetişkin olan anne kızının geleceğinin mutlu bir evlilikte olduğu yanılgısına dört elle sarılmış. Genç kız ise okula, işe çeşitli fiziksel nedenlerle devam edemiyor ama aslında ruhsal problemler yaşadığını hissediyoruz. Delikanlı ise babası gibi uzaklaşmanın, kaçmanın yollarını arıyor. İşe gitmeyi başaramayan bir genç kız ve işe gittiği halde bundan memnun olmayan ve sorumluluk almak istemeyen bir genç söz konusu olduğunda hepimiz kendimizi genç kızın ya da genç adamın yerine koyabiliyoruz. Acaba bu özdeşleşme dışında işin ya da çalışma şartlarının iyi olup olmadığını ve buradan yola çıkarak da bütün çocukluğumuzu ve ergenliğimizi adadığımız okul yıllarının bize ne kadar iyi geldiğini sorgulayabiliyor muyuz?

Yaşadığımız sıkıntılı süreçlerde kendimizi suçlayıp duruyoruz sürekli. Acaba bu noktada durup düşünmemiz gerekmez mi? Bize güzel gelecek vaadi diye sunulan iyi bir iş hayatını ve  mutlu bir evliliği yakalamış nadir insanlar var ve onlar bize aslında işin böyle olmadığını söylüyorlar. Mutluluğun ya da iyiliğin işte ve evlilikte saklı hazineler olmadığını anladığımız halde neden daha farklı hayaller kuramıyoruz? Çünkü uzaklaşmanın ya da maceraların da hayal kırıklıkları içerdiğini biliyoruz. Düzene uyum sağlamak da serseri olmak da çözüm değilse ve bizi mutlu etmeyecekse ne yapmalıyız?

Burada sayın hocam Prof. Dr. Ahmet İnam'ın mutlulukla ilgili sözleri geliyor aklıma. "Mutluluk televizyon karşısında patlamış mısır yemek değildir." diyordu.

Sanıyorum mutlu olmayı istiyorsak bize verilen hazır kalıpların içine ruhumuzu ve bedenimizi sıkıştırmaya çalışmaktansa eleştirel düşünmeyi başarmalıyız.

4 Aralık 2012 Salı

ARP,UÇURTMA, GÖKKUŞAĞI VESAİRE

Arp çalan kadın için oldu
Bu gök ve yer
Her şey yürek atışı kadar
Yüreğine sığmayınca daralan bir mevsimdir sonbahar

Her şey o uçurtmaya bağlı
ve her şey ondan bağımsız
Niçin diye sorabiliriz kendimize
Bu acelenin yorduğu apaçık
Her şey bağlı o rivayete
Ve her şey bağımsız

Bu gök ve yer
Bir yerden bakarsanız anlamsız mı anlamsız
Başka bir yerde ise
Kişiye bağlı anlamlar

Bir ilkbahardır şimdi can erik

Bir rüyadır şimdi adamın ve kadının baktığı 

Öyle bir rüya ki
Gerçekten kıymetli

 her şey aşktan bağımsız
Sevgiye bağlı


21 Kasım 2012 Çarşamba

Kiraz

Şiir yazmam artık diyordum. Yaşamam herhalde diyordum. Hep yanıldım. Yanıldım ve güzel şeyler oldu. Deniz kıpır kıpır oldu. Saçlarım dalgalandı. Bir sokakta çocukluğumla karşılaştım. Ah bilseniz daha ne güzellikler oldu...

Kötü şeyler de yaşadım elbette. Yaşadın da öğrendin mi her şeyi derseniz hayır derim. Öyle bir çırpıda öğrensek ne güzel olurdu ama kolay değil...

Sırt çantamı alıp evden kaçtığım da oldu.

Neler neler oldu. Sığar mı buraya? Sığmaz...

Şarkılar söylerken ölecek gibi oldum. Hiç ölmedim. Yasemin diye seslendim kendime. Kendine gel canım benim dedim kendime.

Kendimle konuştum hem de diğer insanlardan daha çok kendimle konuştum. İç seslerim bazen azaldı. Yine de konuşmaya çalıştım.

Kırmızı rengini yeni yeni sevmeye başladım. Yeni yeni içten gülmeye başladım. Ağlamayı öğrendim. Yine de ağlayamadım çok istediğimde...

Kiraz sözcüğünü sevdim. Taştı durdu yaşamımdan kirazlar...

Bir de şu şiiri sevdim. Sait Faik şiirini...

Sana nasıl nasıl anlatsam şu kiraz mevsiminin...

18 Kasım 2012 Pazar

Sessizlik Şiirleri



SESSİZLİK-1

Gece çok sessizdir. İçinde için için düşünen ve düşünürken ısınan bir insanın mırıldandığı şarkılar yoksa...
Sessizdir sonbahar. Yaprağı, yağmuru, toprağı, şemsiyeyi, pencereyi duymuyorsa...
Sessizdir sigara. Külün düşüşünü, çakmağın çıkardığı sesi duyamazsan.
Ben çok sessizdir. Eğer  yalnız kaldığında sevgiye dair bir şiir okumamışsa...
Ben bu gece sevgiye dair bir şiir okudum.


SESSİZLİK-2

Anlar sessizdir. İçinde anlam yoksa...
Anılar sessizdir. İçin titremiyorsa...
Sessizdir deniz.
Sessizdir bilge.
İçinden geçenleri duyamazsan

SESSİZLİK-3

Her şeyi sessizlikle anlatabildiğinde
İnsan sevginin içinden geçiyor
Hiç vazgeçmeden
Hiç abartmadan

SESSİZLİK-4

Çocukken oyunumdu sessizlik
Büyüyünce anlamım oldu
Kimi güldürdü kimi ağlattı
Sesimi duymak için

Anlayan sen oldun

Gerçeğin Kalbi


Nar içimde bütün. Şarkılar, yapraklar, kitaplar var ömrümden taşan. İçi içine sığmayan yaramaz bir kız çocuğunun muzip gülüşünden esinlendim bu sabah. Turuncu kazağında portakal kokusu taşıyan esmer çocuğun ellerinden esinlendim bu sabah. İlk önce aşk dedim. İlk önce aşk olsun...Sonra her şey güzelleşir.

Anlamları bile değişir sözcüklerin. Kişiler hayatlarının anlamlarına yaklaşır. Aşk olsun önce. Sonra her şey renginin gökkuşağında olduğunu bilir. Duyduğum sese aşk dedim. Özlediğim kokuya aşk dedim. Narın içimde bütün olduğunu bile bile dağılsın ve bu tat bilinsin istedim.

Gerçeğin kalbi aşktır. Kim ki bir gerçek tarifi yapacak az önce dediğime kulak versin isterim.

17 Kasım 2012 Cumartesi

Geldin


Gürültüden duyamadım geldiğini. Sesin soluğun da çıkmayınca...
Gelmişsin. Ezbere yaşamadan ve ince düşüncelerinle usul usul girmişsin içeri.
Sevinmez olur muyum hiç?
Sessiz kaldıysam sesine yaklaşmak için...
Yüzümde gördüğün bu dağınıklığın sebebi var ama sen geldin ve ben düzeleceğim.
Dinlemediğim şarkıları dinleyerek
Okumadığım şairleri okuyarak
Buz gibi bir geceden
Güneşli bir ilkbahar sabahı çıkarana kadar çalışacağım. Geldin diye...
Sesime uymuyor artık hüzün. Sesinde düşümü gördüm.

Korku mu?

Bazen dalıp gidiyorum. Etraftaki her şey kendi rengine bürünüyor. Daldığımda kalkıp gidiyor herkes. Yapayalnız kalıyorum.

Korkak olma diyorum. Dalacağın yerlerde cesur ol...

Korkak ol diyorum. Korkabiliyorsan ne güzel...

Ben çok korkuyorum diyebilmeyi istiyorum. Korkusuz değilim demek istiyorum. Özellikle sen uzaklaşırken çok korkuyorum.

Beyaz mı beyaz bir balık başını uzatıyor içimden. Ben onun içindeydim diyor. Korkuyorum.

Korktuğumda sen çok uzakta oluyorsun. Karanlıkta ışıklar saçan bir gemi görüyorum.

O gemide olduğunu hayal ediyorum. Korkum nar gibi dağılıyor etrafa.

Anlıyorum ki o nar benim içimde bir bütün.

Hayal edebildiğim müddetçe yaşarım. Anlıyorum ki  korkusuz olmak marifet değil...

7 Kasım 2012 Çarşamba

Hep Öyle Kal



Bazen insan kanatlarını çizer ve uçmaya başlar. Düştüğü yerde de ne kanat çizdiği için ne de uçtuğu için pişmanlık duymaz.

Düştüğü yerden öyle güzel ve öyle güçlü bir şekilde ayağa kalkar ki herkes ona gizli gizli hayranlık duyar.

Ayaklarıyla yere o denli emin basar ki onun uçma denemelerini anlamakta güçlük çekersiniz.

Hayal gücünü hayat gücüne çevirebilen insanlardır onlar.

Düşünelim beraber... Hayallerimiz neden hep kırar bizi?

Belki de bizi kıran başka süreçlerdir. Öğrendiklerimiz, ertelediklerimiz ve kaybettiğimiz cesaretimizdir.

Belki de hayaller içimizde masum kalan tek gerçektir. Masum olamasak da "hep öyle kal"mamızı isteyen insanlar vardır. Bizi olduğumuz halimizden başka türlü istemeyen insanlar vardır. Bütün günahlarımız ve sevaplarımızla bizi biz olduğumuz için severler. Öyle insanlar varsa hayatımızda bizim hayat gücümüz onlardır.

Kendimizden şikayet ettiğimizde tek kelime etmeden bizi dinler ve sonunda "bitti mi?" derler. O anda size bakar ve kendiniz hakkında ne kadar yanlış düşündüğünüzü anlatırlar sözcüksüz.

An Meselesi



Dün dernekteydim. Psikoloji öğrencileriyle beraber  kısa film izleyen arkadaşlarımın sohbetine katıldım. Hayatımda gerçekten yaşadığımı hissettiğim iki yer var. Evim ve derneğimiz. Dernekteki arkadaşlarımın her birinin yaşamı zorluklarla ve aynı zamanda bu zorluklardan kendilerine kattıkları güzelliklerle geçmiş. Onlarla beraber sohbet etmeyi ve koro çalışmasına katılmayı özlemişim. Her bir arkadaşımdan öğreneceklerim olduğunun farkındalığıyla orada olmanın gerçek tadı anlaşılıyor.

Her insanın içindeki dünyayı anlamak ona nasılsın diye sormakla başlayabilir. İlgiyle dinlemek bu yolculuğu sürdürmemizi sağlayabilir. Dün yaşadıklarım sayesinde bugün yaşamım yeni bir anlam kazandı. Arkadaşlarımla sohbet ediyor olmanın yalnız kaldığımda bana fısıldayacağı ve zaman zaman bana haykıracağı cümleler var. 

Bu dünyada anlam bulamıyorsanız onu yaratacak olan sizsiniz diyen varoluşçu filozofları daha iyi anladım. Birbirimizin yanından ve ruh halinden teğet geçmeyerek anlam dolu anlar yaşamamız an meselesi...

29 Ekim 2012 Pazartesi

Cadının Meselesi


Ruhsal şikâyetlerimin fiziksel ağrılara ve acılara dönüşmesi için elimden geleni yapmış olmakla övünebilirdim. Övünmek için yeterince zamanım vardı. Zaman benliğime teğet geçmeden geçiyor ve hayat uzakta bir yerde gelişiyor, değişiyordu.  İnsan kendi sesini dinlemeye başladığı zaman bir süre sonra sadece kendi sesini duyuyor ve o sesin içinde boğuluyor. Bir kaşık suda boğulmak kadar acı olan bu gerçekle yüzleştim.


Üşengeçlik ve tembellik arasında salınıp giden hareketlerimi değiştirecek filmler izlemeyi istesem de her şeyi yarıda bırakmaya yelteniyordum. Heyecanla avuçlarıma düşen cevizdi sanki hayat. Onu biraz zorlanarak kırmış ve içinin boş olduğunu gördükten sonra hayal kırıklığı yaşamımı kesintiye uğratmıştı. Etrafımdaki herkesin avuçlarının içine düşen cevizi iştahla ve ağır ağır yediğini gördükçe üzülüyordum. Bir arkadaşım yanıma geldi ve biliyor musun dedi iştahla ceviz yediğini gördüğün insanların çoğu ceviz yiyormuş gibi yapıyorlar. O anda sevinmem ve arkadaşıma bu durumu bana açıkça söylediği için mutlu olmam gerekiyordu. Hayal kırıklığımı arttıran bu gerçek karşısında boğazımda düğümlenen sessizliği arkadaşım da dahil kimse anlayamazdı.
Hayatın boş olduğu gerçeğiyle yüzleşmekten kaçınan insanların etrafımda olması rahatsızlığımı pekiştirmişti. Yeryüzünün benim gibi bir cadıyla işinin henüz bitmediğini anladım. Bu gerçeği kavrayınca da süpürgemi aramaya koyuldum.
Onlar hayatı yediklerini zannediyorlardı. Zavallı olduklarını hiç düşünmedim.
Kendi ağrılarımı unutmak ve bir kaşık suda boğulmaktan kurtulmak için her yolu denemeli ve her yolculuğa çıkmalıydım. İnsanların bilgelere, kahramanlara ya da meleklere duydukları ihtiyacın farkındaydım ama onlara melek taklidi yapmayacak kadar cadıydım.
İnsanlarla olan bu meselemin kendimle olan meselemden daha ciddi olduğunu kavradım. 

Bahçede



Sözcüklerin dört bir yana dağıldığını hissetmiştim. O anda uzun süren sessiz sohbetlerimiz başladı.  Kitap kahramanlarından uzakta, hayatın orta yerine kurulmuş iki dilsizdik.

Dilsizliğimin içimi gıdıkladığı bir anda tanışmıştım seninle. Kendi kendime güldüğüm ve kimsenin beni anlamayacağı dilimi bulmuştum.

Sen beni anlıyor olamazdın. Ne düşündüğümü bilebilmen olanaksızdı ve ben bunun tadını çıkarıyordum ki bakışlarınla karşılaştım.

Senin ve benim aramızdaki boşluğu değişik çiçeklerle doldurmaya başladın. Adını hiç bilmediğim çiçeklerdi onlar. Kokularının tarifi imkansızdı ve içlerinden biri beni ağlatmak üzereydi.

Bu bahçenin adını, çiçeklerin kokularını ya da bu boşluktan bahçeye neden girebildiğimi bilmiyordum.

Bakışlarının bana ulaştığından emindin. Bahçeyi sevdiğimi biliyordun. Sözlüğün vardı sanki. Tek kişilik dilimin sözlüğünü bulmuştun.
O sözlüğe ihtiyaç duymayacaktın bir süre sonra.
Konuştukça konuşmak isteyecektim.
Bir gün yeniden susmayı öğrenir miyim bilmiyorum.
Sevgiyi, sevilmeyi ve sevmeyi biliyorum. 

7 Ekim 2012 Pazar

M Teorisi mi?







Benimle eş zamanlı olarak yaşayan bir başka ben düşüncesine- paralel evrenlere- yeni yeni alışıyordum. Sayısız paralel evrende neler olduğuna dair bilgimizin olmamasına üzülüyordum. Membran teoriyi anlamak bir video izlemekle olacak iş değildi. Bütün evreni açıklayan bir teoriydi M teori. Evren nasıl oluşmuştu? Büyük Patlamadan önce zaman var mıydı? Sicim Teorisi evreni açıklamakta neden yetersizdi ve Tekillik neydi? Sorular diğer soruları çağırırken içimdeki merak pekişiyordu. 

Daha çok şey öğrenme isteği duyuyor ve Rahmaninov dinliyordum. Uykumu kaçıran düşüncelerle barışmış, evime davet etmiş ve ağırlıyordum. Ne içerdiniz sayın bilim insanı diye soracaktım. 

Membranların birbiriyle çarpışması- dalgalı yüzeylerin birbiriyle çarpışması- sonucu oluşan evrenimizde her an başka bir büyük patlamaya hazır olmalıydık.

Boşluk sanıldığı kadar fazla değildi. Onbirinci boyutta başka fizik yasaları geçerliydi. Onbirinci boyutta bambaşka evrenler, bambaşka yasalar ve bambaşka uygarlıklar vardı. 

Evrende kendimizi yalnız hissediyor oluşumuz tüm bu bilgilerin farkındalığı içinde ne kadar hazindir...

Onuncu boyutla sınırlı kalan sicim teorisinde inat edenler sonunda çalışa çalışa onbirinci boyut hakkında çalışanlara katılıyorlardı. 

Bir başka ben düşüncesinden kimlik düşüncesine ve oradan da ait olma duygusuna doğru ilerler düşünce. 

Ait olduğun mekan, ait olduğun zaman ve kendini diğerlerinden ayırdığın benlik ne kadar da sensiz kalıyor zaman zaman.

Yabancı oluyorsun. Sessizce konuşuyor, isteksizce hareket ediyor ve bilincinden, eylemlerinden uzaklaşıyorsun. 

Bir süre sonra alışveriş mağazalarından işe ve işten eve dönüp "bugün de akşam oldu" diyerek kederleniyorsun. 

Fizikçilerin duyduğu heyecanı kıskanıyor ve onları okuyarak ,izleyerek heyecanlanmaya çalışıyorsun. 

Dünyaya ve düşlere dair için üşüdükçe üşüyor. Ne kadar çok insanın olanaklarını ve potansiyelini tükettiğini yaşıyor, görüyor ve kavrıyorsun. Kavradığın her gerçek karşısında seyirci kalmak sana göre değil. Şu paralel evrenler meselesini tartışabilsem ne kadar güzel bir gün olurdu diye düşündükçe için sıkılıyor. 

Seyirci kalıyorsun ister istemez. 

İçin geçip gidiyor. 

İçine kaçırılan korkular, yasaklarla utanıyorsun.

Dışarıda olanlarla içinde olanlar arasında oluşturulan uzaklıklardan dolayı yakınlaşamıyorsun sorumluluğa. 

Bir başka insanı sevemiyorsun. Bir başka ben bir başka evrende nasıl yaşıyor olursa olsun diyorsun. 

"Evren nasıl oluşmuş olursa olsun

Senin havan iyi olsun"

Aslında ne hava kaldı ne su!

Ne akıl kaldı ne duygu!

Yorgunsun...



3 Ekim 2012 Çarşamba

Koku


Bütün vücudumla duyduğum
Sessizliği kokladım
Kokladım ki
Anlamı çok

Yitirmekten korkar oldum
Büsbütün

Sözcüğün cümleye karıştığı
Gözün daldığı andır heyecan


Öyle bir an gelir ki
Berrak ve kocaman
İçin açılır
Bütün vücudunla koklarsın
Büsbütün yitirmekten korkarsın

İyi düşünmenin
Doğru anlamanın
Zor olduğu zamandır

Öyle bir an gelir ki
Koklamaya kıyamazsın

2 Ekim 2012 Salı

Kimsesiz


Saate bakmaktan yorgun insanlar
Sokak yürünmekten yorgun
Trafik lambaları isteksiz
Şu gökyüzüne doğru zıplayan çocuklar olmasa
Şu deniz
Ah şu deniz
On yaşındadır artık içindeki çocuk
Şu orman
Ah
Kardeşliği anımsatıyor her an
Yaralı serçe penceremde durmasa
Nereden duyardım
O şarkının içimi aça aça
Söylendiğini
Şu kırmızı çantalı kadın
Başını bu kadar iştahlı kaşımasa
Gözlerimi yaralamasa
Kimsesizlerden olur muydum?

BUĞU

Kirpiklerimde birikeni deniz zannetmesem
Ellerimi kağıtlarla bir tutmasam diyorum
Yine de dayanamıyorum
Bir dosya açıyorum bilgisayarımda
Adı dondurma olan
Dolaşıyorum evin içinde
Yazacak çok sabah
Düşünecek çok gece yok
Yarın kimselerden izin almadan
Dosya açacağım
Adı sanı duyulmamış bu dosyayla
Adı sanı duyulmayan bir yazar olma tutkusu
Nereye varıyor buğu?

30 Eylül 2012 Pazar

Hastane Odasında



Soyulmuş bir elma durur
Acıkmış adamın ellerinde
Dili kamaştıkça adamın
Duyulur şarkısı elmanın

Dili hayata dönmeyen suskun kadın
Uzanır yatağa
Yatağında kitaplar
Duyar büsbütün kadın
Duyar uykunun çaresizliğini

Diyelim ki hastane odası
Başucunda bir sürahi
Renkli ilaçlar
Duymamak mümkün değil
Başkalarının hayata karışan adımlarını

Bir an önce iyileşme beklentisi
Kimselerin bilmediği yedi sır
Ziyaretçi saatlerinde kimsesizlik
Çıksam buradan
Değerli olanı buldum artık duygusu

Yemyeşil gözlerinde yıllardır saklanan yaş
Hayat
İşte hayat

23 Eylül 2012 Pazar

Sorumlu




ben
Yeryüzündeki tüm kederin sorumlusu

Gözlerim acıdan kör
Bilincim yara bere içinde

İnsanlığa ve dünyaya
Katılırsan akıllı oluyorsun
Ne hikmet!

Katılmazsan
Delinin tekisin
Ne çaresizlik!

Her kara haber acıyla çarparken
Her acıda biraz daha akıllı olmaya çalışmak
Bırakmamak kalbini
Teslim olmamak

Teslim olacaksan
Mevsimlere, aşka, bestelere, şiirlere teslim olacaksın
Teğet geçmeyecek sana
Çocukların bakışları
Böyle sevgili arkadaşım
Ciğerlerin dolmalı yaşamakla

Böyle sevgili arkadaşım
Acıdan kapanmamalı gözlerin

Böyle sevgilim böyle
Ömrünü harcasan bile
Bir ömür daha dileyeceksin
Delirerek yaşamak için

Pazar Öğütleri

http://www.youtube.com/watch?v=c9KHo9z86rA

İçine kaçan küçük mutlulukları dışarı üfle...

İçi dışı bir insan olmanın zorluklarına katlan ve zamana güven. 

İç seslerin birbirine karıştığında derin nefes al ve sessiz ol. 



***

Bu pazar kendime verdiğim öğütleri sizlerle paylaşmak istedim. Telaşlı telaşlı yaşarken nerede ne ile karşılaşacağımızı bildiğimizi zannetsek de yanılgılarımız ve şaşkınlıklarımız oluyorsa bu güzeldir...

Her şeyden emin ve her şeyi bilen insanlardan olmak istemezdim. İçimde şüphe de tedirginlik de kaygı da var...Yanıldığımda ve şaşırdığımda kafamı duvarlara vurmuyorum. Gülümsüyorum. 

İyi ki şaşırtıyorsun ve iyi ki yanıltıyorsun hayat.

16 Eylül 2012 Pazar

Mektup

Murathan Mungan'ın Yalnız Bir Opera şiirini anımsadım uyanır uyanmaz.

Ne güzel ve ne kadar anlamlı bir ayrılık şiiridir.

Şiirin içinde kendi hisleriniz doğar, büyür, anlar ve ölür.

Ezginin Günlüğü dinlenir o zaman.

 "Her aşk kendini yaşar
Çaldığın kapı kapanır sonunda
İçinde bir sen bulursun büyümüş, anlamış, yorgun"

***

Eylül ayında bir Pazartesi sabahıdır yaşanan. Otuz iki yılı geride bırakıp yeni bir sayfa açarken ve geleceğe umutla, aşkla bakarken içindeki haylaz, içindeki muzip ve içindeki şımarık sana henüz yaşamadıklarının güzelliğinden bahsederler.

Söz konusu olan umut değildir sadece. Deneyimdir, düşüncelilik ve duyarlılıktır. Yaptığın hataları tekrar etmeme çabandır. Yapacağın hatalarda da  kendini bağışlayabilmendir.
***

Güzün güzelliğiyle dönen başımı ağrıtabilirsin hayat !

İstediğin kadar yor.
İstediğin kadar üz.
İstediğin kadar kır.

Sana asılmaya devam edeceğim sevgili hayat...İstersen asılmak eylemini çapkınlık olarak algıla istersen dört elle sarılmak olarak algıla!



9 Eylül 2012 Pazar

Mucizevi



Güneştendi ellerim
Şekil verdiğim bulutlar gülüyordu durmaksızın
Öğleden sonraları gittiğim kahvede
Uysal Salı günleri
Çay ve şeker gibi yakışırdı hayatın hızına
Pijamalarımla dolaştığım rüyalar gibi
Atlı karıncadan düştüğüm çocukluk gibi
Bir şey oldu bu Eylül
Mucizevi

Kalbimden şarkı kutusu yapacaktım ki
Karşıma çıktı

Gözlerimle ağaçları boyayacaktım ki
Karşıma çıktı

Kendimi  aşktan ve yalnızlıktan yapılmış sanıyordum ki
Karşıma çıktı

Gözlerimde cesur gülümseyişiyle duruyor şimdi
Kalbim mucizesini buldu

6 Eylül 2012 Perşembe

Gökyüzüne Doğru


Fotoğrafını çekebileceği binlerce nesne ve milyarlarca olay içinde neden o bavulu seçmişti? Gökyüzüne doğru yürüyen ağacın köklerindeki sarı eski bavula nasıl olup da gözü ilişmişti? Fotoğraf makinesiyle beraber gezmeye çıkmıştı o gün de. İşsiz güçsüz olunca zamanla ilgili pek derdi kalmıyordu insanın. Zamanla ilgili derdi kalmayınca da gündüzler ve geceler benimseyebildiği kadar kendisine ait oluyordu. Sokaklar, çeşmeler, okullar, köprüler ve batan güneş ona kendini açıyor ve o da onlarla fotoğraf makinesi aracılığıyla konuşabiliyordu.



O gün de gökyüzüne doğru yürüyen ağaca hayretle bakıyordu. Hayatında ağaç ve yaprak nedir bilmemiş biri bile onun kadar incelemezdi ağacı. Onun kadar hayretle dokunmazdı. Hayata ve hayattaki her olaya hayretle dokunabilmek için çaba göstermiyordu. Başka türlü yapmak elinden ve içinden gelmediği için hayretler içinde kalıyordu. Sakar, beceriksiz, dikkatsiz demelerine aldırmıyordu. Onun dikkat ettikleri diğerlerini ilgilendirmezdi. Diğerlerinin dikkat ettiklerine de o aldırış etmiyordu. Sorunu çözmüş müydü bilinmez ama bazı çözümlerin insana ölüm kadar soğuk geldiğini ve insanı ölüm kadar kaskatı kestiğini biliyordu. 

Çakıl taşları, denizyıldızları, kırmızı yapraklarla dolu bir iç dünyası vardı. Dışarıda özellikle kırmızı yaprak gördüğünde onu eline alır, koklar, dakikalarca seyreder ve ona içindeki kırmızı yapraklardan birini anlatırdı. Kırmızı yaprakların ona göre insanlardan çok daha derin iç dünyaları vardı.

Sonbahardı. Başka bir şehre gitmek aklının ucundan geçmiyordu. Gidenlerin ardından el sallamış ve bu şehre ait olduğunu çoktan anlamıştı.  Bu şehre aitti. Bu şehirde işsizdi, güçsüzdü ve belki de kimsesizdi. Yine de  - büyük konuşmayı sevmediği halde- bu şehirden ve anılardan onu koparmak isteyenlere karşı nasıl güçleneceğini biliyordu.

Gitmek fikri aklında olmayan bir insan için boş ve eski ve sarı bir bavul nasıl olur da fotoğraf konusu olur? Hep gittiği için belki de. Hep uzaklaşanlara doğru yaklaştığı ve o yaklaştıkça onlar daha çok uzaklaştığı için…

“İki kapılı bir handa/ Gidiyorum gündüz gece” 

Yaşamın merkezinde ölüm mü var? Yaşama yakınlaştıkça insan ölümü hissediyor. Kalmak için direndikçe bavullarla karşılaşıyor. Eninde sonunda bir gün boş bir bavulla ayrılacağız buradan ya da oradan…

Orası derken ne demek istedin diyor bir okur. Başka bir okur bedenimiz boş, eski ve sarı bir bavul mudur diyor? Bazı çözümler ölüm gibi. Sorularla kalabilsek...  Bir şehre kök saldığımızda dallarımızın gökyüzüne yolculuğunu unutmasak…




31 Ağustos 2012 Cuma

Eylül Güzel Eylül


                    


Yıllar önce  içimi görmek için nice uçurumlara düşmüştüm.  Gözlerimi kapadığım her gece o uçurumlara yeniden düşme korkusu yaşamasam da bir ihtimal olarak durur gözyaşımda delilik. Kalbim yerinden çıkacak ve sessizce kendine yeni bedenler bulacak gibi geldiğinde o sadece kalp değil ki derim kendimi sakinleştirmek için.
Eylül aylarından korkarım. Bana yaşamın gizemli olduğunu fısıldar rengini değiştiren her yaprak. Gördüklerimin, aldıklarımın, sakladıklarımın dışında bilinmesi gereken ve ayrıcalıklı kişilerin bilebildiğine inandığım o alanı merak ederim. Yeni bir öykü dergisinde yazma isteğim de bu ayda pekişir.  Eylül ayında her nesne rengini değiştirir. Her canlı bir başka isim kazanır benim dünyamda.
Eylül ayında kendimi karşılamak için yola koyulurum. Nereden geldiğimi bilemeyecek kadar yorgun olan kendime çiçekler, şiir kitapları, limonlu şekerler veririm.
Okullar açılır ve ben okul bahçelerinde Ayrılık türküsünü söyleyen dokuz yaşındaki iki kız çocuğunu düşünürüm. Duygularıma güvenmeden edemediğim zaman dilimlerinde hep yaptığım gibi koşarak yakınlaşırım hayata.
Kendimize ballandırarak anlattığımız sevda masallarının bir yerinde sesimiz kısılır. İsteriz ki  bir başkası devam etsin kaldığımız yerden.  Gözyaşımız akmaya başlar. Devam eden kişinin ses tonunda bütün sevda masalları dinlenebilir.
Başımıza bir şey gelmeden delirebilmek ne güzeldir! 

24 Ağustos 2012 Cuma

Portakal


Günaydın
Aşk kanatlı
Kainat ruhlu kadın!

Günaydın
Nardan uçurum

Gün başlıyordu
Ben portakala bakıyor ve düşünüyordum


Uzun soluklu bir ot büyütüyordum

Ormanın sonbahara hazır olması
Neşemi kaçırıyordu
Bavullar hiç açılmıyordu
Bağlamımdan koparılmış
Ben
Dönüyordum

İmkansızdım
Kendi gözümde
Ölümüme yakın
Kavuşuyordum toprağa
Gözümde gözümü duymanın
Tahrik eden sevinciyle
Portakala doğruydum


23 Ağustos 2012 Perşembe

Fotoğraf ve Anlam






İnsana ve insanların duygularına açılmanın- yeni sulara yelken açmak gibi- en anlamlı eylemi olan fotoğraf çekme eylemini nasıl daha anlamlı hale getirebiliriz? Anlam nedir sorusu üzerinde düşünelim öncelikle. Bizim için anlamlı olan bir cümle başkası için anlamsız olabiliyorsa hatta bazen kendi içimizde anlamlı bulduklarımız zamanla beraber anlamsızlaşıyorsa neler oluyor anlam dünyasında? Anlamak açık olmayı gerektirir. Kendimizi anlamak söz konusu olduğunda da başkasını anlamak söz konusu olduğunda da kapımız açık olmalı… Günlük hayatta kapılarımızı kapatma gereği duymamızın sebebi bize zarar vermesi olası olaylara ya da kişilere karşı güvende olduğumuzu hissetmektir. Anlamaktan zarar gelmeyeceğini düşünebiliriz. Bu yüzden beynimizin ve ruhumuzun kapılarını açma ve anlamak istediğimiz kişiyi ya da olayı evimizde misafir etmeliyiz. Açık olmak aynı zamanda dinlemeyi başarmakla mümkündür. Anlamak istediğimizi dinleyeceğiz ve dinlerken de istediğimizi duyup istediğimizi duymamak gibi bir tutum içerisinde olmamaya özen göstereceğiz. Tam anlamıyla anlamak için beraber sustuğumuz anlar da olacak. Anlatanın anlattığını anlatıldığı haliyle – yorum katmadan- anlamamız daima zor olacak. Bu zorluğu göze alacağız. Diyelim ki kendimizi anlamakta güçlük çekiyoruz. Kendimize karşı ne kadar açık olabiliyoruz? Kendimizi dinlerken başka seslerin etkisinde çok mu kalıyoruz? Belki de kendimizin sözünü sık sık yarıda kesiyoruz. Belki de kendimiz anlamlı cümleler kurmuyoruz.

Anlama çabası değerlidir çünkü anladıklarımız hakkında daha derin düşünme imkânları doğar. Anlamadığımız bir konuda kulaktan dolma bilgilerle fikir yürütebiliriz. Anlamadığımız bir kişi hakkında önyargılarla dolarız. Fotoğraf çekerken yaşamın içindeki anları, kişileri, doğayı dondurup kaydederiz. Aslında sadece kayıt altına alarak yaşamadığımız gibi sadece kayıt altına alarak fotoğraf da çekmeyiz. Bellek kartımızda duran görüntüler bizim için anlam taşır. Fotoğrafı çekerken fotoğrafını çektiğimiz kişiye anlam yükleriz. Her insan kendi hayatı içinde başkalarına ve kendine anlam yükler. Kimi insanlar o insan için anlamsızdır. Bazı insanlar o insan için çok anlamlıdır. Fotoğrafı çeken kişi eğer fotoğrafını çektiği kişiyi hiç tanımıyorsa o insana anlam yükleyebilir mi? Biz insanlara anlam yüklerken yaptıkları işlerden, cinsiyetlerinden, yaşlarından daha çok ilişkilerimize göre davranırız.  Bir insanla ilişki kurmadan ona anlam yüklemek ona karşı önyargılı davranmaktır. Fotoğraf çeken biri hiç tanımadığı ve ilişki kurmadığı bir insanı  fotoğraf karesine yerleştirebilir ama o fotoğrafa anlam yüklemiş olur mu?

Çöpçüleri, berberleri, terzileri, balıkçıları yaptıkları işlerden dolayı fotoğraflamak isteyebiliriz. Eğer onları tanımadan, dinlemeden, onlara açılmadan hatta içimizi onlara açmadan kadraja yerleştirdiğimizde içimiz sızlar çünkü bir başka insanın içini sızlatırız. Fotoğraf çekmek önem vermek ve anlam yüklemekse bir başka insanın fotoğrafını çektiğimizde ona önem verdiğimiz hissini uyandırırız ama fotoğrafını çektikten sonra çekip gidersek o insanın içini sızlatırız… Anlamsızlaşırız!
                                                                                                       Yasemin Şenyurt
                                                                                                                 

Mavi At için





Geceleri başıma gelir
Sayıklar ve gider o tay
Belki de giden aklımdır
Uyanırım soğuğa
İşimi kaybettim
Okulumu dondurdum
Hayat aktı gitti
Bir an gözlerimi dört açmalı dedim
Saatler akmamalı dedim
Vagondaydım
Eski mi eski bir şarkıyı
duyuyordum
Çağrılmayan Yakup’u 1992’de okudum
Özendim ve öldüm aşka
Tay diyordum
Tay beyazdır
Beyaz olmalıdır
Sanıyorum maviydi aslı
Büyüyordu
İşim gücüm yaşamak
Korodaydım
Özlememeye başladım aniden geçmişimi
Korodaydım
Rakibim Türk Hava Yolları yazıyordu bir yerde
Aklıma çelenkler takılıyordu
Hay Allah diyordu Azrail
Bu tay dokuz canlı
Belki de umuttur onun asıl canı
Biz Karlı Kayın Ormanını söylerdik her şarkının içinde
İnce düşünür
Çok hastalanırdık
Üşümezdik hiç o koroda






18 Ağustos 2012 Cumartesi

Kağıttan Ruhum Yanmıyor






 Kahve mi beni içiyor?
Düşler mi beni düşlüyor?
Bilmiyorum şarkısının nakaratı gibi
Ateşinden içinden geçiyor su

Şaşkın bir kedi gibi
Evime dönüyorum
Bilmiyorum şarkısıyla
Sahteliğe inanmıyorum
Çünkü bir şeye inanırsan
O gerçekleşir

Kahve içiyorum
Bir meleğin omzundayım
Kağıttan ruhuma
İyiliğin Sonsuz Gücü hakkında yazıyorum
Ateşin içinden geçen kağıttan ruhum
Yanmıyor

Hiçbir şey yanmıyor
Çünkü ateşi yutan bir kağıttır ruhum
Bu kurallarda yazmıyor
Bu kurallarda yazmıyor
Tıpkı
Aşk

17 Ağustos 2012 Cuma

YAŞARKEN PEŞİNDE OLDUKLARIMIZ





Bizi takip ediyorlardır suçlu olduğumuz için, bizi alkışlıyorlardır ünlü bir insan olduğumuz için ya da trafik ışıkları bizim karşıdan karşıya geçmemiz için kırmızı yanmıştır mesela. Kırmızı yanmasa da arabalar bizi görünce duracaklardır. Bu düşünceler psikoz esnasında bireye sıkıntı verir. Her şeyin nedeninin biz olduğunu düşünürüz. Depremlerin, bayramların, sorunların ve mutlulukların... Hayatın içinde kendimizi önemsiz ve değersiz hissettiğimizde sarıldığımız yanlış düşünceler değil midir bunlar?
Akgün Akova, “Sen Varsın Yetiyorsun Palyaço Olmaya" şiirinde
“bir takım elbise gibi bakmama peşindeyiz dünyaya
ütülü pantolon, temiz gömlek, ceket kravat toplamı olarak yaşamama peşindeyiz” diyor. Yaşarken neyin peşindesinizsorusunu sormak ve bir an bunu derinliğine düşünmenizi istiyorum. Çünkü bu yazı yaşarken neyin peşinde olduğumuza dair bir yazı olacak.
Zar zor uyanabildi. Size şizofreni teşhisi konuldu mu? Konulduktan sonra uyudunuz mu? Uyunmaz mı? Uyunur ve yemek de yersiniz doğal olarak.
Televizyonun müzik kanalını açtı salona gidip. Hemen ardından bilgisayarını açtı. Günlerinin böyle başlamasına o kadar alışmıştı ki; mekanik hareket ediyor gibiydi. Mutfağa gidip su ısıtıcısını çalıştırdı ve kupasına sallama çayını koyup salona geçti. Dışarısı oldukça karanlıktı. Bu havada uyumaktan başka hiçbir şey yapılamazdı. İşe ve okula gidenleri düşündü. Bir kitaba başlayıp devamını getiremediğiniz oldu mu? Canı daha çok sıkıldı.
Kendisinden saklanan bir hastalığı olabileceğini düşündü. Oysa bunu düşünmek için geçerli tek bir neden bile yoktu ortada. Bu düşüncelerle bir mektup yazdı dostuna. Dostundan gelen cevapla kendini daha iyi hissetmeye başlamıştı.
Aslında biraz çaba harcasa, biraz kendi dışına çıkabilse neşeli ve konuşkan olabileceğini biliyordu. Çok küçük bir çaba harcadığında çok büyük aşama kaydetmek istiyor ve hayal kırıklığına uğruyordu. Sustunuz ve susadınız yaşama. Gürül gürül akmayı denediniz…
Birhan Keskin, Gül Toplamak şiirinde “yokluğunda çınlayan boşluklardan mezunum” diyor. Siz nereden mezunsunuz sorusu da aslında yaşarken neyin peşinde olduğumuzla ilgili bir soru değil mi? Aşkın, dostluğun, barışın, sevginin, saygının olduğu bir dünya düşlüyor ve o dünyanın peşinden gidiyorsanız “bir takım elbise gibi bakmama” derdindesiniz dünyaya. Herhangi bir sağlık problemi karşısında yalnız bırakanlardan değilseniz ve anlaşılamayanı, anlatılamayanı bile anlamak için çaba gösteriyorsanız içinizdeki insana güvenin.
Ahmet Savaş, “Havva Duasız Kopardı Elmayı” şiirinde
“İçimde bir insan olsun isterim
Mutluyken mutluluğun
Mutsuzken mutsuzluğun
Ölürken ölümün
Fiyakasını bozan” diyor.
Yapmak istedikleriniz, hayal ettikleriniz ve hedefledikleriniz çok uzakta görünebilir. Onların çok uzakta görünme sebebi belki de barışmamış olmanızdır. Hayatla, kendimizle, geçmişle barıştığımızda önümüzde geniş, zengin ve derin bir alan açılır ki biz bu alana gelecek adını verebiliriz. Gelecek gelir mi gerçekten diyorsanız hayata karşı sabırlı olmanızı da öneririm. Sabırlı çalışkanlıklarla örün geleceği olmaz mı? Geleceğin adı üstündedir ve gelecektir. O gelirken siz mucizeler beklemeyin. O gelecek nasıl olsa diyerek boş vermeyin!-



 15.01.2010 tarihinde Cumhuriyet Gazetesi Ankara ekinde yayınlanmıştır.

15 Ağustos 2012 Çarşamba

Belki Bir Öğrenci





 Yıl 2012
Vapurdayım
Ne tuhaf bir varlık oluyorum
Deniz içime kaçıyor adeta
Martıların peşine takılıp
Sarmaş dolaş oluyorum
İstanbul ile
Aklımda nice sözcük
Veda ederken kasvetli kış sabahına
Halimden anlayan olur mu telaşı
Anlarlarsa anlasınlar
Gülüşünde
Bakışında
Beni titretebilen tek insanı düşündüğümü
Anlarlarsa anlasınlar
Belki bir öğrenci anlar
Olur da anlarsa
 pekiyi açar hayat bilgisi