25 Temmuz 2017 Salı

Üşümüyor Kırmızı



Sevmek Güzel  Meslek Sergisi'ne Dair: 


Bedri Rahmi Eyüboğlu sergisini gezerken güvercinler de bana eşlik etti. Hayatını okurken ömrünü dolu dolu yaşamış, yaşayıp gitmek yerine yaşamayı seçmiş bir sanatçıya merhaba dedim. Bir an başım döndü, nereden başlayacaktım, eserlerinde kaybolacağımı bile bile girmiştim buraya, acele etmeden, nefes ala ala kaybolmalıydım o halde.


 Önce gölgeye/ışığa dikkat ediyordum, sonra renklere sonra fırçayla nasıl dokunduğuna ama bir şiirli resimle karşılaştım ve her şey birbirine karıştı, kayboldum. Issız yanım sevecenliğime, sevecen yanım denize, kökler kanatlara karıştı. Orada durdum, tam da şiirli resmin karşısında, çünkü hayatını okurken şiirlerin resimlere karıştığını görebilecek miyim diyordum.

 Siz hiç bir resmi içinize çekerek bunu da gördüm ya artık ölsem de gam yemem dediniz mi? Siz hiç güvercinlerle bir sergi gezdiniz mi? Bir ressamın, şairin, yazarın imzasına bakıp ne kadar hayat dolu dediniz mi? Hayat dolu olmanın acılarını çizgilerde görmeyi denediniz mi?

 Resim şiire dönüşmüş, şiir sanki sözcükleri aşmış başka bir şey olmuş, siz bu sergiden önce ve bu sergiden sonra diye hayatınızı ikiye ayırmışsınız. Kaybolmaya razı olmakla iyi ettiğimi biliyordum da bu hayatta, ülkemde Bedri Rahmi'nin yaşadığını anlıyordum da anlamadığım şeylerden belki de en önemli olanının cevabını buldum: Tutku.  Anlamadığım şeyi kendime saklıyorum. Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun el ve ayak izlerinde lilaya ve maviye rastladım ya üşümüyor artık içimdeki kırmızı. 

yasemin şenyurt
 25.07.2017
ankara

11 Temmuz 2017 Salı

öpüp başına koyacaksın imkansızlığı



gökyüzü büyülü
yeryüzüne inat
deniz zarif
ve kavgalı

uzağı seveceksin

özlemi bileceksin

deniz zarif
kavgalı
martılar beyaz
anlayışlı

mektup ışıltılı

zarfta el yazısı

koklayacaksın

gökyüzü içten
sabah masum
su berrak
öpüp başına koyacaksın

uyandın mı
dolap boşalmış
ne ekmek ne süt
sevineceksin
bir kavanozda reçel

zarfı açmayacaksın
koklayacaksın
bir süre

öpüp başına koyacaksın özlemi

ellerini ceplerine

sokaktan sesler gelecek
yeryüzünü büyüleyen işçilerin öğrencilerin sesleri
çıkacaksın sokağa
karışacaksın onlara

öpüp başına koyacaksın martıları
kitapları
 
karışacaksın 

öyle çok duyacak ve isteyeceksin ki
zarfı açmayacaksın
eve döndüğünde de

öpüp başına koyacaksın imkansızlığı

bir şiirin içinde yitirip
en kıymetli anlarını
pişman olmayacaksın

sokaktaki seslerle geleceksin eve
üstün başın özgürlük
gireceksin kapıdan
seni karşılayacak edip cansever
brancusi ve belki giacometti

ev onların
sen misafirsin
memnunsun 

öpüp başına koyacaksın 
bir odayı

her şey gökyüzünden

her şey o içimi kuran/yıkan/yenileyen geceden

her şey özgürlükten

yiğit mi yiğit olacaksın

zarif mi zarif


yasemin şenyurt

sonsuzluk lokumu




kendime hiç bilmediğim bir dilde merhaba dedim
yazımın ve denizimin en derininde acı
fotoğrafı hiç çekilmeyecek bir anda
iki kupa kahve ve sonsuzluk lokumu

çantamda düş defterim
güz şiirlerim
kulağım çınlıyor
kimse bahsetmese şu sıralar benden
ışıkla yazsam şu çınlamayı

salıncakta ben varım
yarımım
yarım yasemin
aksilikler yakamı bırakmasın
ne çıkar
saklanırım bir parkta

denizi gözlerimle gördüm
inanmazsan inanma
düşsem içine perişan
kurtarırdı beni dalgın bir şair
inandım

kaç kez örmeye çalıştım
saçlarımı
olmadı

kaç kez yıkamaya çalıştım
saçlarımı
olmadı

kaç kez taradım
saçlarımı 
olmadı

kuaföre gittim
ve al bunları dedim
sakın sorma

bir ihtimal daha var şarkısını söylüyordum 
o saçlarımı kazırken
gülümsedim aynaya
gerçekti işte bu 
aşk kadar özgürdüm

yasemin şenyurt

mavi şapka


kendime mavi bir şapka çizdim
yonttum acımı
nisandı
az az sevindim

faytona binmiştim
tümseklerde gülüyordum
kanguru şeklinde bir bulut vardı
bulut şeklinde bir kanguru belki
gülüyordum

şarap olsa içerdim
aşktan ölürdüm
aşktan yaşardım

bileğimdeki saat
gökyüzüne kanıyordu
akrebin akrepliği
yelkovanın yelkovanlığı
şüpheliydi

bileğimdeki saat
bir kitabı gösteriyordu
sözcüksüz

öyle güzel yağmıştı ki kış
kirpiklerimde kalan buz tatlı geliyordu
yaşasın kestane
yaşasın elma
ve türlü şeyler

öyle güzel gel demiştin ki
iflas ediyordu bütün kötü şeyler
kötü sayılanlar
hatta

kötü sanılanlar

yasemin şenyurt
ankara
2017

8 Temmuz 2017 Cumartesi

Sait Faik'e Mektup-Öykü 2

Fotoğraf: Yasemin Şenyurt


“Nasıl bir dünya mı? Haksızlıkların olmadığı bir dünya…İnsanların hepsinin mesut olduğu, hiç olmazsa iş bulduğu, doyduğu bir dünya…Hırsızlıkların, başkalarının hakkına tecavüz etmelerin bol bol bulunmadığı…Pardon efendim! Bol bol bulunmadığı ne demek? Hiç bulunmadığı bir dünya…”
Ay Işığı

Dünyayı bu hale getiren kılçık sistemin yerinden edilebileceği hayali ile tohumlar ekiyorum.
Ezberimde şiirler var.
Ağacın köklerinden öpüyorum, büyü.
Dalgalanan gözlerim, haykır.
Alın terinde umudunu koruyan adam/kadın/çocuk, söyle. Söyle neden kolay değil.
Başım sıkışınca koşan arkadaşım, gözlerime güvenen sevdiğim, uyanışım, ağlayışım anlat kimim ben.
Bu gül, bu zeytin, şu bahçe, o kalem diyebildiğim berrak dilim, Türkçem, şiirim, daldığım denizim durma. Gürül gürül umut, ak, taş, dolaş bütün vücudumda.
İnsanca olsun istedik en hakiki kavga.
Karanlıkta bıçaklanmasın istedik kimse.
Çocuğun denizi başka, hayali başka, yaralanmasın hayallerinden.
Yaralı bir hayal yüzünden küsmesin dünyaya.
Dalgalanan gözlerim, haykır bunu. Kim olmuşsam ve ne olabileceksem borçluyum. El emeği göz nuru yaşamlara borçluyum. Şairlerin dalgınlığına, rüzgarın esmesine, kedilerin mırıltısına borçluyum. Güneş kırıntısı gördüm mü yaz gelir ruhuma. İnanılmaz bulurum taşları. Kalelere bakakalırım. Sincaplarla konuşurum. Benden adam olmasa da şiir olur.
Ağacın köklerinden öperken görenler yerimi yurdumu bilmediğimi sansınlar.

Yasemin Şenyurt
2017 Temmuz
Ankara









7 Temmuz 2017 Cuma

Sait Faik'e Mektup-Öykü




“Hayır, garip insanlarla uğraşmak istemem. Onlardan bana hayır yok, bana seven, gülen, bağıran mahlukat lazım! Bu adam yaşamıyor ki…Köpeğinden başka kimsesi yok.”
Havada Bulut öyküsü
Sait Faik Abasıyanık

Yangın yerine dönen yüreğime bir avuç su serpen rüyalarım olmasa ne halde olurdum. Ne halde olurdum üşüdüğümde kardan adamları sevmesem. Ne halde olurdum denizi dost, toprağı yar, geceyi kardeş bilmesem. Türküler söylemesem, kitaplar almasam, felsefe bilmesem nasıl çözerdim düğümleri, nasıl giderdim uzaklara? Cümleler kurarım bazıları kekik kokar, dizeler yazarım can simididir, bir paragraf düşlerim, uçurtma hayalidir.
Balıkçılara rast gele, köpeklere hav hav, kedilere miyav demezsem ne kadar azalırım. Ne kadar azalırım yüreğim sıkıştığında bir pencere düşlemesem. Nasıl çoğalırım bir yaz gecesi saçlarıma düşen aklardan sevinçle bahsetmesem. Hesap kitap peşinde değilim. Aldanışlarımı bile seviyorum. Nasıl yaşar insan başka türlü, bilemem.
Benim yangın yerine dönen aklım nehirleri düşler durur. Trafik ışıkları yeşilmiş, kırmızıymış, sarıymış, ben hep geçerim, geçerim karşıdan karşıya. İmkansız bu derler. Geçenlerde ölmedi mi o? Yaralanmışım derim, geçerim. Gözlerine inanamaz insanlar. Yaramın yerini görmedikleri için belki bana ters ters bakarlar.
İskelede bir çocuk, çocuğun elinde oyuncak bir gemi, adı ne geminin sormasam ölürüm.
Adın ne çocuk? Adın ne çocuk? Tanışalım seninle, gemin çok güzel, adı var mı?
Gülümser çocuk. Şarkı söyler, bilir misin bu şarkıyı, bilmemek ayıp. Bilmemek ayıp. Sen ölümsüz kadın mısın der çocuk. İskelede konuşuruz, annesi babası gelene kadar. Çocuk anlar beni, vedalaşmaz. Gemimin adı ne olsun diye seslenir rüyalarıma. Sen misin derim. Ölümsüz olmadığıma inansın isterim.

Cümleler kurarım ben çocuk. Ne halde olurdum kalemim olmasa, kağıtlar bu kadar beyaz bu kadar boş bu kadar ferah olmasa? Ne halde olurdum balıkçılar gülümsemese? Kediler karınlarını açıp kendilerini sevdirmese çok üzülürdüm ters ters bakanlara. Yaralandığım doğrudur çocuk. Hiç hastaneye gitmedim kendimi bildim bileli. İyileştim cümle kura kura.  

Yasemin Şenyurt
2017 Temmuz
Ankara