30 Mart 2013 Cumartesi

Saadet Balığı


Büyülüdür sabahın ilk ışıklarında yazmak ve sarılıp sözcüklere uyanmak. Yatağın sizi mıknatıs gibi kendine çekmesine izin vermemek zordur. Dilekleriniz dün gece de gerçek olmamış ve yarın gece de gerçek olmayacaktır. Yine de içinizdeki saadet renkli bir balık oluverir ve sizi güldürür.

Saadet balığına gülerken kendinize yakalanırsınız.
-Nerelerdeydin?
- Çok uzaktaydım.
Biraz daha bakabilseniz yüzünüzde gül oyukları açılacak. Biraz daha baksaydınız deli olacaktınız. Biraz daha bakacaktınız utanmasaydınız.
Yüzümdeki gül oyuğuna Edip Cansever’in şiirindeki kurbağa zıplayacak diye korkmasam cesur olacaktım. Büyülüdür korkmak. Kırmaktan ,kaybetmekten, kazanmaktan korkmak büyülüdür.  Bilirsiniz ki o varlık ne kaybedilebilir ne de kazanılabilir. O bütün kendine özgülüğüyle yaşanabilir.
Saadet balığının sizin içinizden onun bileklerine kaçmasını isterseniz.
Yüzünüzde açılan gül oyuğunda sarı saçlı, mavi gözlü bir çocuk büyür.
Büyülüdür sabahın ilk ışıklarında çocukları düşünmek ve aşkı yazmak.
Saadet balığı zıplar durur gül oyuğunda…

27 Mart 2013 Çarşamba

Yaz ve Bilge


Yazın başladığı sessizce söylenir evin içinde. Sokaklarda uçurtma peşinde koşan çocuklar büyümüştür. Yine de yaz gelir asık suratlı şehrime. Vazgeçmek mümkün değildir yazdan ve tiril tiril elbiselerden. Vazgeçmek mümkün müdür kokulardan?
 

 

Unutulması imkansız anların ağaçlara saklandığını ve bir yetişkin o ağaca sarıldığında o anların mavi güneşlere benzediğini söylerler. Kupkuru ağacın dallarında mavi güneşler ve iyimser, turuncu bir kuş vardır benim içimde.

Sandıklar dolusu kitap sevdadan bahsederken bir köşede oturan ve yıllardır susan bilgeden öğrendim sevdayı, sabrı, sakinliği.

Olan olaylar karşısında paniğe kapılmadan, aklını allak bullak etmeden çıkabilmek için nerede karar vermem ve nerede harekete geçmem gerektiğini de ondan öğrendim.

Yaz başladı. Artık eskisi kadar soğumaz hava gelecek kışa kadar.

Yazın başladığını duyarsın. Şairlerin yazmaya çalıştıkları mektuplarda, öğrencilerin ellerindeki kitaplarda hep duyarsın.

Çatırdayan sevinçli şeydir yaz.

Balıkçılar da çiçekçiler de hep o bilgeden öğrenmişlerdir sevdayı.

Yazın geldiğini duydum ve bu yaz ilk defa dünya ne ateş ne de kar. Ilık bir yer şimdi evim, şehrim, gezegenim.

Sokaklarda selamlaşan haylaz iki ihtiyarın sohbetine kulak misafiri olacak kadar vaktim var.

Acelem yok. İçime çeke çeke yaşayacağım. O kadar çok içselleşecek ki hayat…

Yakamdaki ölümsüzlük bilgisi umrumda olmayacak.

21 Mart 2013 Perşembe

İlkbahar ve Dua


İlkbahar zor bir mevsim…

İnsan şiire sarılmalı böyle zor mevsimlerde.

Gözümü al Tanrım diyorum. Gönlüm yerli yerinde kalsın diye yalvarıyorum.  Ellerimi al Tanrım. Yüreğim çarpsın. Kötü söylemeye eğilimli dilimi al Tanrım. Güzel şarkılar ve şiirler için baştan ayağa kulak olabilirim izin verirsen.

Sabır ve sakinlik ver bana Tanrım.  Panik olup hata üstüne hata yapmak istemiyorum. Her şey iyi olacak değil mi? Bir şarkı gibi olsa iyilik…

Daima iyinin içinde ya da daima iyiye doğru olabilmek ne güzel olurdu.

Aklımı korumak bu istiyorum bu ilkbahar…

Duygusallaşıp derinleşmek ve delirmek de mümkün ama ben akıllı ve olgun olmak istiyorum bu sene.

13 Mart 2013 Çarşamba

Acı ile aşk ile...


“Acı ile aşk ile büyüyorum”
 
 

 

Bütün bedeninizin beden olmaktan çıkıp baştan ayağa ruh olduğu zamanlar yaşamadınızsa pek de yaşamış sayılmazsınız.

Bütün ruhunuzun ruh olmaktan çıkıp baştan ayağa beden olduğu zamanlar yaşamadınızsa pek de yaşamış sayılmazsınız.

Bir film sahnesi düşünelim beraber. Bir şarkıyı gözlerini yumarak söyleyen iki kişi olsun bu sahnede.Bir şarkı düşünelim beraber.

Bir okur düşünelim ki bütün yazdıklarınızı bütün katmanlarıyla ve bütün derinlikleriyle anlasın. Dileğimiz bu mu gerçekten? Anlaşılmak mı? Sürekli yanlış anlattığımız  ve yanlış anladığımız kendimizle anlaşmak mı istiyoruz gerçekten de?

Kendine özgü dediğimiz insanlar vardır. Kendileriyle gayet güzel anlaştıkları için mi kendine özgü olduklarını düşünürüz?

Bence “kendine özgü” insanlar en başta kendilerinin ve daha sonra da diğerlerinin yanlış anlama ve anlatma olanağına açık oldukları içindir ki kendine özgü olurlar.

Kendine özgü insanlar bedenlerini baştan ayağa ruh olarak algılama olanağına da sahiptirler. Çünkü beden ve ruh ayrımı çok gerilerdedir “acı ve aşk ile büyüyenler” için.

Ruhları da bedenleri gibi ağır yaralanabilir onların. Zamanın her derde deva olmadığını bilirler. Buna rağmen “kimseye şikayet etmezler”

Bir insan düşünelim ki her kurduğu cümle mantıklı, her duygusu sağlıklı, her isteği makul…

Gerçekten var mı böyle bir insan diye sormak yerine o insanın yerinde olmak ister misiniz diye sorup çekilmek istiyorum köşeme.

Yüzümüzde duyduğumuz yangın ruhumuza su gibi geliyor ve içimizde bir yer hep o yersizliğin peşinde koşuyorsa –mızıkçı bir çocuk, “huysuz ve tatlı kadın” gibi-  anlayamadığımız ve anlatamadığımız o duyguya, anladığımızı zannettiğimiz anda anlamadığımızı anlatan hayata, anlaşamadığımız için seviyor olduklarımıza söylememiz gereken bir şarkı vardır.

 

10 Mart 2013 Pazar

Aklımdaki Sümbül Kokusu



Aklımda sümbül kokusuyla bir kitaba uzanıyorum. Aklımda sümbül kokusuyla çenemi kaşıyorum.

Aklımda sümbül kokusuyla silgi koleksiyonumu ilkokula giden bir öğrenciye veriyorum. Aklımda sümbül kokusuyla seni arıyorum hep olmayacağını bildiğim yerlerde.

 Aklımda sümbül kokusuyla özlüyorum. Aklımda sümbül kokusuyla anıları çağırıyorum ve öyle hızlı ve öyle güzel geliyorlar ki aklıma…Aklımda sümbül kokusuyla  seninle ilgili bütün şüphelerimi yerle bir ediyor ve o yere bir şiir koyuyorum.

 Aklımda sümbül kokusuyla kırgınlıklara son verdiğim yerden yola çıkıyorum. Çiçekçilerde sümbüllere bakıyorum. Kitabevlerinde kitaplara bakıyorum.

Sana sadece aklımda sümbül kokusuyla gelmek istiyorum ve biliyorum ki aklımdaki sümbül kokusunu duymasaydın- en başından beri biliyor ve duyuyordun- şu an çok yalnız bir insan olurdum.

 İnsanların bana bakıp ne kadar güleryüzlü ve umut dolu olduğumu söyledikleri yerde sana bakıyorum. Aklımdaki sümbül kokusu senin olmadığın yerlerde bana hayatımın en başından beri burada olduğunu ve hayatımın sonuna kadar burada olacağını söylüyor. Buradasın… Yazabildiğim, okuyabildiğim her yerde…

7 Mart 2013 Perşembe

Zor


Evreni kucaklamanın, sarıp sarmalamanın bir yoluydu kitapların arasında dolaşmak. Bir diğer yolu ise özlemek ve beklemekti gelecek günü. Dikenlerin diken olmadığı bir gül hayal etmedik. Çünkü biliyorduk ki dünya güllük gülistanlık bir yer değildi. Şiirler vardı hayatımızın zor anlarında bize kendini açan. Öyküler yazdık kendi kendimize anlatabilmek için doğruyu, güzeli ve iyiyi. Mevsimleri sevdik.

Biz bilemeyenler ve tutunamayanlar olarak kendi içimizde yolculuğa çıktık. Vedalaşmadık kimseyle. Ağlatmak istemedik kimseyi. Kendi içimizdeki yollarda çukurlara düştük. Burkulmuş ayağımızla yürümeye devam ettik.

Nice acıya dokunulmamıştı ve belki de bu yüzden daha da acıydı her şey.

Evrenle beraber yuvarlandık bir bebeğin gülümsemesinde.

Evrenle beraber açtık kalemlerimizin ucunu.

Nice sabah yaşadık ki doyduk güneşe.

Nice gece yaşadık ki melankolinin kolları arasında.

Doyamadık yine de özlemeye ve kavuşmaya.

Doyamadık şarkılara, filmlere ve sergilere.

Kıyamet nedir? Kıyamet yalnızlığıydı yaşadığımız.

Bir cümle kurmak zordu. Biz o zorlukta roman yazmaya hevesli gençlerdik.

Seviyorum demek zordu. Bağırarak seviyorum demek zor değildi. Zor olan içten söyleyebilmek ve içten duyabilmekti.

Bir bakışı hiç unutmamak ve bir gülümsenin anlamı için gülümsemek bir ömür zordu. Şimdi ben o bakış için ve o gülümseme için nasıl bir cümle kurarsam kurayım anlatamam. Anlatılamadığı, paylaşılamadığı, yazılamadığı, dile gelmediği için de güzel…

Yeniden bakıyorum.

Yeniden gülüyorum.



Ben yeni yeni anlıyorum.

Gözler her şeyi anlatıyor…