20 Mart 2020 Cuma

Korona Virüsü, Kar ve Tomurcuk

 fotoğraf: Yasemin Şenyurt

Tomurcuklar ve kar aynı anda ağaçlarda olduğu halde nasıl yazı yazamam? Nasıl elim kolum bağlıymışçasına bakakalırım manzaraya? Korona virüsünün yıkıcı etkileri sürerken, insanlar ölürken ve evlerinde hapisken Nazım'ın şiiri geliyor aklıma. Hangi şiir olduğunu tahmin edebiliyor musunuz? Tahmin etmeniz için lafı dönüp dolaştırmaya niyetim yok. Şiir şu:


“Asıl en kötüsü / bilerek, bilmeyerek/ hapishaneyi insanın kendi içinde taşıması...”


Önyargılarla zehirlerken kendimizi, birbirimizi, hayatımızı ne kadar farkındayız yüreğimiz ağzımıza gele gele bir insana kendimizi anlatmanın, içimizi açmanın, birlikte ilkbahar olmanın, "güzel havaların mahvettiği" kişiler olamıyoruz şu virüs nedeniyle ama dokunmak, konuşmak, yaşamak, koklamak, tatmak eylemlerini sorgulamaya başladık. Sorgulamaya başladık avcumuz gibi bildiğimizi zannettiğimiz her şeyi... Sıra önyargılara, ayrımcılığa da gelecek ve sorgulayacağız kendimizi ve inanıyorum ki bir gün "öykünü anlatır mısın?" sorusu, "şiirimi okur musun?" ricası duyulacak her yerde.


Bakakalacağız kara ve tomurcuğa, dilimiz tutulacak ve konuşmadan, yazmadan olasılıkları düşüneceğiz. Bir ihtimal daha var, o da yaşamak mı dersin!


Bir ihtimal daha var, o da anlamak mı birbirimizi, bencillikten sıyrılmak mı bir ilkbahar sabahı? Tüketme çılgınlığını sorguladıkça, birlikte ürettikçe ve paylaştıkça ve bazen kendi dertlerimizi paranteze almayı başarıp "öykünü anlat, nasıl olduğunu söyle" dedikçe hapishanelerden kurtulacağız, kendi içimizdeki hapishanelerden...

Korona virüsü belki de çoğu insanı yaşamın anlamı karşısında savunmasız bıraktı ama biliyorum ki bu savunmasız durum sorgulamalara yol açar ve kişinin değerlerine, ilkelerine, önceliklerine ilişkin derin düşünme ile sonuçlanırsa yaşama sanatı olacak bundan sonrası. ..


Korona virüsünün aynı zamanda insanın doğaya bakış açısını tamamen değiştirmesi gerektiği konusunda önemli bir ikaz olduğunu düşünüyorum. Doğaya hakim, teknolojiye hükmeden insan can evinden vurulurken Sait Faik Abasıyanık "hişt hişt" diyor adeta.

Yasemin Şenyurt

20.03.2020





















9 Mart 2020 Pazartesi

izmir'de ankara'yı anlayan istanbullu bir kadın




Sosyal Adalet








Ruh sağlığı alanı, insan hakları ile doğrudan ilişkilidir. Ruh sağlığının geliştirilmesi ancak insan haklarının tam olarak yerine getirilmesi yani sosyal adaletin sağlanması ile gerçekleşir. Bu etkinlikte ruh sağlığı alanında sosyal adaletin nasıl sağlanabileceği ele alınacaktır.
Eğitime katılmak için kayıt yaptırmanız gerekmektedir.
Katılım ücreti 15 TL’dir.


http://sizofrenifederasyonu.org/events/sosyal-adalet/

4 Mart 2020 Çarşamba

Rene Magritte'i Kıskanmıyorum


Fotoğraf: Yasemin Şenyurt

Güçlenme konusunda bir kitap okuyorum son günlerde. Neil Thompson öyle güzel ayrımlarla anlatmış ki gücü… Yapabilme gücü, özden gelen güç, işbirliğine dayalı güç üzerinde düşünürken gücün kötü bir şey olduğuna dair önyargınız varsa ortadan kalkıyor. Baskı olarak güç de var ama insani hizmetlerde çalışan kişiler için asıl önemli olan işbirliğine dayalı güç. 
Daha ayrıntılı anlatmak da mümkün  ama dün gece bir ayraç koymak istedim kaldığım yere. Kitaplığımın karşısında durdum ve aldığım ama okumadığım kitapları izlemeye başladım. Sanata dair bir kitap okumak istiyordum. İyileşme, güçlenme konuları çok dikkatimi çekiyor ve her geçen gün bu konular üzerinde daha çok düşünürken buluyordum kendimi ama aklımın sanata ve sanat felsefesine susuzluğunu görmezden gelemezdim.
 Tomris Uyar’ın Kitapla Direniş kitabını mı işaret ediyordu hayat yoksa Ferit Edgü’nün Görsel Yolculuklar kitabını mı? Çok tereddüt etmedim. Görsel Yolculuklar  kitabına daldım gittim.
Fikret Mualla’dan bahsediyordu kitap ve ilerleyen sayfalarda Abidin Dino’dan. Fikret Mualla’nın yaşadığı sorunları genellikle resmine yansıtmadığından bahsediyordu yazar. Fikret Mualla’nın hayvanlarından söz ediyordu. Ressamların dünyasına doğru yolculuk ediyormuşum izleniminden kurtuldum sonunda. Ferit Edgü’nün yazıları ile ressamlar ve resim benim için daha büyülü bir hal alıvermeye başladı. 
Ressamların kullanmayı seçtiği malzeme, kağıt ya da afiş arkalarının neden önemli olduğunu anlıyordum. Abidin Dino’nun Yaşar Kemal’in Deniz Küstü eseri için gazeteye yetiştirmeye çalıştığı resimlerle halka ulaşma isteğinin ne denli büyük bir tutku olduğunu kavrıyordum. Ölümünden önceki günlerde kendi resmini yaptığı zaman bu resme otoportre demediğini, özportre dediğini öğreniyordum. Fikret Mualla’nın neden özportre yapmadığını düşünüyordum.
Görsel Yolculuklar kitabı zihnimdeki odaların kapılarını açıyordu. Kilitli kapılar açılıveriyor ve bu odalardan gelen her düşü ağırlıyordum salonda. Resim kendi yaşadıklarımızı iletmenin, mesaj vermenin aracı değildi Fikret Mualla için. 
Resim benim için nedir düşüncesine dalıverdiğim oldu çok kez. Sözcüklere tutkuyla bağlı olan ben renklere de tutkuyla bağlıydım ama yazı yazmak şarkı söylemekti benim için, sesimi bulduğum dünyaydı. Resim ise şarkı dinlemek gibi bir şeydi benim için. Nazım Hikmet’in şiiri gibi düşündüm yıllarca: “Ben artık şarkı dinlemek değil şarkı söylemek istiyorum” 
Ressamları ve hayatlarını düşünürken nasıl düşlere dalacağımı merak ediyordum. Görsel Yolculuklar kitabı uykuma izin vermedi gece. Çok kısa bir süreliğine dalıverdim ve yeniden salonda buldum kendimi.
Oslo’ya bir kongre için gittiğimizde Munch’un müzesine gitme isteğimin her şeyden önce gelmesini ve müzeyi nasıl bulacağımı bilemeden, haritasız, cep telefonu olmadan yola çıkışımdaki cesareti düşündüm.
Rene Magritte’in resimlerini görmek için nasıl can attığımı ve bu isteğim yerine geldiğinde evimde olduğumu hissetmenin gerçeklerle uyuşmadığını biliyordum... Evimde hissediyordum Rene Magritte’in resimlerinin içinde.
Yıllar sonra başka bir kongre için Bursa’ya gitmiştik. Bir parkta fotoğraf çekiyordum, sonbahardı ve park çok sessiz, tenhaydı. Ağaçlar, çimen, gökyüzü  fotoğrafları çekerken karşımda duran banka bir kadın oturuverdi yıldızlarla dolu şalıyla. 
 Biraz sonra bu kadın ayakkabılarını çıkarıverdi olağan bir biçimde. Karşımda öyle bir görüntü vardı ki bir sihirbaz olsa böyle bir görüntü elde edemezdi. Fotoğrafı çektiğimde ve tab  ettirdiğimde gözlerime inanamadım ve fotoğrafın adı zihnimde belirdi: Rene Magritte’i Kıskanmıyorum.
Görsel Yolculuklar kitabı için Ferit Edgü’ye teşekkür ederim. Aynı zamanda yıllar önce okuduğum Tüm Ders Notları kitabının bana kattıklarını düşünüyorum da bu teşekkür daha da güçlü bir hal alıyor.  
İnsanların okul, ev, işyeri gibi mekanlar ve buralarda olmakla ilgili düşüncelerini yeniden gözden geçirmelerini istiyorum. Kendimizi evimizde hissettiğimiz zamanlar güzeldir çünkü…
 Yasemin Şenyurt
05.03.2020
Ankara