30 Ocak 2017 Pazartesi

Canım




birden yerdekilere dikkat kesilirsin
kilime veya çimenlere
birden çimenlerin yeşili
birden umut
birden bir anın anlamı
gökyüzünü kucaklarcasına

birden yumurtanın tadı
çayın kokusu
peynirin beyazı birden
birden annenin sesi

birden kitabın ismi
birden kitabın ilk cümlesi
birden deniz
birden kedilerin özlemi

dikkat kesildiğin
unutmak istemediğin
düşlediğin
beklediğin birden

birden gözlerin yaş içinde
kımıltısız
birden canım dersin
canım 
hiç öyle dememişsindir

birden kalbin sızı içinde
aklın perişan
canım dersin
derin
canım dersin
hiç öyle dememişsindir

Yasemin Şenyurt

Asuman




Asuman’ı derneğimiz sayesinde tanıdım. O özel, zeki ve duygusal bir insandı. Birlikte çok güzel anlar paylaştık. En yakın arkadaşım oldu kısa zamanda. Geçmiş zamanlı kurduğum bu cümleler sanki cümle değil de bana acımasız gerçeği yani onunla paylaşacaklarımızın bittiğini söyleyen işaretler sanki. Asuman’ın yaşama sevgisi, gülümsemesi ve özel soruları sayesinde ben hem ona dair hem de kendime dair çok şey öğrendim. Her zaman her konuda sohbet edebilirdik ama onun yaşama bakışı farklı olduğu için sohbetlerimiz de bu farklılıktan etkilenirdi. Bana en çok kızdığı konu ona bir konuda süper diye yorumda bulunmam olurdu. Süper sözcüğü ona abartılı gelirdi. Birbirimizle açık açık konuşabildiğimiz için kırgınlıklarımız küskünlüğe, dargınlığa dönüşmedi diye düşünüyorum. Beraber operaya gittik, film izledik, Kuğulu Park’ da sohbet ettik, fotoğraf çektik. İlginç sorular sorardı bana ve sorduğu her ilginç soruda ikimizin de yaşama sevgimizi güçlendirirdi. Fotoğraf derslerinde yaptığı yorumlar, derslerdeki varlığı, çektiği fotoğraflar, yazdığı yazılar bana hep özel olduğunu düşündürürdü.
Onu sevdiğimi hem de çok sevdiğimi biliyordu demiyorum. Şu anda da biliyor. Ben de onun beni sevdiğini biliyorum. İnsan en sevdiklerinden birini kaybedince anılar ona şifa olabiliyor. O beni aradığında heyecanlanırdım. En son dernekteki yılbaşına geleceği zaman beni arayıp kırmızı elbisemi giyeyim mi demişti. Ben de “giy ama üşüme” demiştim. Kırmızı elbisesi ona çok yakışıyordu. Annesi ile beraber yemek yaptığı zaman mutlu olduğunu, puzzle yapmaktan hoşlandığını, kitap okumak istediği halde çok okuyamadığını, şarkılar dinlediğini ve özellikle Zülfü Livaneli’nin Sevdalım Hayat şarkısını sevdiğini, dua etmenin kendisine iyi geldiğini, ellerinin titremesine aldırmadan çok güzel resimler yaptığını biliyorum. Özel bir iç dünyası vardı ve özel iç dünyasını bana zaman zaman öyle öz bir şekilde ifade ederdi ki ona hayran olurdum.
Salonumdaki bir dolapta onun bana verdiği beyaz gül durur…O gün nasıl da mutlu etmişti beni… Hiç beklemediğim bir anda gelen o beyaz gül dostluğumuza dair çok şey söyledi ve söylüyor. Birlikte yaşadıklarımız fotoğraflarda, o beyaz gülde, zihnimde, yüreğimde canlanıyor ve anlıyorum ki ikimizin birbirimize hep ihtiyacı olacak. Sen gitmiş olabilirsin, vedalaşmamış olabiliriz ama inan bana sen çok özel iç dünyanla çok güzel yaşadın bu hayatı ve birlikte olduğumuz anlarda bana çok şey öğrettin Asuman. Seni çok özlüyorum şu anda ve biliyorum ki bu özlem bazen ince ince bazen de şiddetli bir biçimde sürecek.
Sen hayatın sevdalısı, arkadaş canlısı dostumsun.
Yasemin Şenyurt

28.01.2017

25 Ocak 2017 Çarşamba

Düşlediğim Kadraj


gece bir eski gramofon
bütün kalabalık ayrıldı
kendine has gürültüsüyle

biz dans ederek tutunuyorduk yere
ölümlülerden farkımız bu

biz gökkuşağından yeni inmiştik
durup durup sarılmamız bu

içimde patla tomurcuk
yersiz de deseler aldırma sakın

yasemin şenyurt

15 Ocak 2017 Pazar

Kendime Doğru Şeyler Söylemek-2





Yüzümdeki tuhaf çağrışımları nereye saklayacağımı bilemiyordum. Nereye saklarsam saklayayım bir şekilde görünür olmaları çıldırtıyordu. Çıkarımlar, çıkarımlar, çıkarımlar sonucunda onların görünür olduklarına kanaat getirmiştim. Bu nedenle ya da bambaşka bir nedenle gözlerime, kulaklarıma, burnuma güvenemez olmuştum. Dünyaya ilişkin verileri bana onlar sağlıyordu sağlamasına ama ya beni aldatıyorlarsa diye düşündüğümde hangisinin en güvenilir olduğunu düşünmem gerektiğini de hissettim.
Yaşam dediğimiz şey başlı başına aldatıcı da olabilirdi. Kendimizi ölüm anına kadar yanılsamalarla oyalıyor da olabilirdik. Öyle olduğunu varsaysak bile bir hazineye benzeyen anlar, olanaklar ve tutkularla çevrili olduğumuz gerçekti.
Anlar, olanaklar, tutkular sayesinde kendime doğru şeyler söyleyebilirdim. Duyularıma, algılarıma, kurgularıma, belleğime doğru şeyler söylersem yüzümdeki çağrışımları saklama ihtiyacı hissetmezdim.
Anların içindeki olanakları görebildiğime göre kendime doğru şeyler söyleyebilirdim.
Kendimi mutfağa çağırdım ve dedim ki: “ Şiire dönüşecek zihnin”
Sonra salona çağırdım ve dedim ki: “ Adımlarınla anlamlı bir cümle yazabilirsin”
Kendimi bir akvaryumda hayal ettim ve dedim ki: “ Belki atlayacağın  yer okyanustur.”
Atladığında karaya düşsen de belki sen karada da yaşayabilirsin. Belki, belki, belki diye yankılandı sesim.
Kendimi lahana bir bebek olarak hayal ettim ve dedim ki: “Pembe kokmak zorunda değilsin.”
Kendimi bir robot olarak düşündüğümde dedim ki: “ Kahkahaların ve kalbin olduğunu kimse inkar edemez.”

Ne olursam olayım kendime doğru şeyler söyleyebilirdim.

İçinde sözcükler olan bir dünyada anlam her gün tehlikede de olsa kendime doğru ve anlamlı şeyler söyledikçe her bir sözcük yüreklenecek ve kendine doğru şeyler söylemeyi isteyecekti.
Sözcük benim için anlamı olan harflerden değil anlamdan ve tutkudan yapılmıştır.
Sözcük, anlam ve tutkudur.
Cümle, anlam ve tutkudur.
Kendimi salıncaktan indirdim.
Kendime bir defter aldım.
Okumak, yazmak, düşünmek ve yüzümdeki çağrışımları daha çok görmek için.
Kendime doğru şeyler söylerken sık sık devrik cümleler kurdum. Devrik cümlelerim sayesinde sevdiğim şu yaşamın aldatmaca olduğunu söyleyenlere daha ciddi cevaplar verebiliyordum ama daha da güzeli beni gerçekten dinlemek ve anlamak isteyenlerin olduğunu hissediyordum.
İnsan kendine doğru şeyler söyleyebilirse başkalarının da kendilerine doğru şeyler söyleyebileceğine inanır ve bu inanç umuttur, tutkudur, anlamdır.
Yasemin Şenyurt
15.01.2017
Ankara


13 Ocak 2017 Cuma

Bir Rüyadır Deniz Kıyısında Saklambaç: Ivan'ın Çocukluğu



Senin yerin okul ile benim yerim savaş arasında görülen rüyalar...

Baş döndüren ağaçlar ve umulmadık şeyler...

Israr eden, ikna eden, direnen ve ne istediğini bilen çocuk.

Yine ağaçlar

Yansımalar, müzik, sigara

Ağaçlar ama savaş

Kar, su, tehlike

Bu ne zaman sona erecek?

Annen yaşıyor mu?

Ailem yok, yalnızım

Gölgeler, rüyalar, sigara

Yaşadığım için şanslı mıyım yoksa deli mi yoksa çocuk mu?

Ya Masha?

Ya aşk?

Ya kıskançlık: "Geçen gün yolda kiminle konuşuyordun?"

Ya Masha?

Müzik, ağaçlar, hoşçakal

Masha!

Çok sessiz. Savaş...

Çan

Zafer

Ivan?

Yakım, yıkım, dehşet:

Savaş

Korku, gerginlik, savaş

...

Kitaplar

Üç gün boyunca kitap okuyan çocuk Ivan

Ivan: Çocuk ve kelebek arasındaki kahkaha yaşıyor

Deniz kıyısında saklambaç!

Tek bir ağaç.

Ivan'ın rüyası yaşıyor

Deniz ve Ivan ve deniz ve Ivan, deniz....

Yasemin Şenyurt
12.01.2017

12 Ocak 2017 Perşembe

Sisli Bir Ev




Nostalji'yi izledim bu akşam. Ev neresidir, nereye dönmek ister insan? Döndüğü yer ile olmak istediği yer aynı mıdır? Belki de ev kendini beklediğin yerdir.

Görme isteğinizi yitirdikçe, aklınız ve kalbiniz sis altındayken kendinize dönebilir misiniz? Kendini sis içinde gördüğünde ne hisseder insan?

Kendilik dediğimiz şey sisli bir ev olabilir mi?

Eve dönmek için kaç türlü yol olursa olsun insan dönemiyorsa ve yolculukta bir deli ile tanışmışsa, ona yakın olmak istemişse, onunla konuşmak istemişse ve bunun için yeni bir yolculuğa çıkmışsa özgür müdür?

Dünyaya dair düşünürken kendinizi ve ailenizi kurtarmanın bencillik olduğu hiç aklınıza geldi mi? Bu düşüncenin peşinden gittiniz mi?

Aşkın, barışın olduğu ve yoksulluk ile sömürünün olmadığı bir dünyanın peşinden giderken eve dönememe ihtimalinizi düşündünüz mü?

Bu ihtimali sevdiniz mi?


Biri size mutlu musun diye soruyor mu?

Siz onu nasıl cevaplıyorsunuz?

Bir cümleye bilir misin diye başladığınızda aklınızda hep şu cümle yankılansın mı:

"Duygular, dile getirilmeyen duygular, unutulmazdır."

Yasemin Şenyurt
11.01.2017

9 Ocak 2017 Pazartesi

Gizemli Bir Maske Kitabı Hakkında




hiçim ben
asla bir şey olamayacağım
bir şey olmayı isteyemem
Gene de, benim içimde dünyanın bütün düşleri.

Pessoa

Hayır, inanmıyorum kendime
Her tımarhanede kendinden emin o kadar çok deli var ki!
Hiçbir şeyden emin olmayan ben, onlardan daha  çok ya da daha az haklı mıyım?
Hayır, kendimden bile emin değilim.

Pessoa

Kant'ın yazmadığı nice felsefeleri düşündüm gizlice.
Ben bir tavan arası insanıyım, belki de hep öyle kalacağım,
Orada yaşamasam bile;

Pessoa



Bu adam niye böyle yazıyor? Kendimi anladığım bir cehennem sanki onun yazdıkları... Kendimi anlamam için çok çeşitli yollar vardı ama ben çıkmaz bir yola girdim ve bundan hiç pişman olmadım. Bu yolda olduğu gibi, uykusuz gecelerde olduğu gibi oldukça yakın durdum çocukluğuma, çocukluğumdaki kedilerime, en çok Sıpa'ya...Bir derdin oluyor ve sen ondan sonra o dertle yoğruluyorsun. Yoğrulduğun o derdin rengi, hacmi, biçimi seni sen yapıyor ama sen sen olduktan sonra da değişiyorsun ve sen değişirken şaşkın, sakar, huysuz olsan da içinde ufacık mavi bir nokta sımsıcak duruyor, aynı kalıyor. O aynı kalan sıcak ve mavi noktanın kalemini harekete geçirdiği doğru. Bitmeyen, tükenmeyen, azalmayan bir şey var hayatında. Hayatındaki o şey sen Pessoa'yı okudukça sevinç çığlıkları atıyor. Dil ve anlam üzerine kafa yorarken yaşadığın bu karşılaşma kolayca verilmiş bütün kararları iade ediyor ve kendisine karşı koyamadığın, nasıl meydan okuyacağını da bilemediğin bir büyük kararsızlık yaşatıyor. Bu kararsızlığın içinde debelenmezsen, bocalamazsan, çıldırmazsan sen olamazsın diyor. Çattık işte! Hücum edebileceğin, arkanı dönüp gidebileceğin bir kararsızlık değil bu. Yönünü belirlemen, bu kararsızlığı doğru dürüst yaşamayı bilmene bağlı. Bir karara varmak için sözlük anlamlarına baktığın her sözcük seni yanıltacak. Daha başka bir dil ve daha derinleşen anlamlar var bu kararsızlıkta. Kendime Sıpa diyerek durumun yoğunluğunu, olayın karışıklığını bir nebze olsun azaltamadığımı bilsem de türlü türlü şeyler deneyerek bu kararsızlıkta dengemi korumaya çabalıyorum. Dengemi yitirme korkusundan uzaklaşmazsam sözlüklere dönerim. Oysa yapmam gereken bu değil.

 Kurguluyorum, kurguluyorum ve içimde kendisine ulaşamamış insanların pişmanlıkları birikmiş de ben onları anlatmak zorundaymışım gibi bir his. Bu hisle başa çıkmanın yolunu biliyorum. Yazacağım,okuyacağım, yazacağım ve bu döngüye kimse kısır döngü diyemeyecek. Deseler de ben buna pek aldırmayacağım. Kurgularken bütün kokuları daha çok duyacak, görüntülerin akışına teslim olacağım ve pişmanlıkları birikenler için sürprizler hazırlayacağım. Dengesini kaybetmiş olanlar da  söylenememiş olanlardan pişmanlık duyanlar da sürprizleri sevecekler.  Sürpriz hazırlamaktan yorulduğumda Pessoa okuyacağım, sarsılarak, utanarak, ağlayarak. Pessoa okuyacağım ve onun yazdıklarının kafamdaki saçları kazıyan bir ustura kadar güçlü olduğunu hep duyacağım. Duymak, koklamak, tatmak, hissetmek... Bir şey daha vardı. Görmeyi unuttum. Görmeyi unutmuş olduğumu kendime itiraf etmeliyim. Dolambaçlı bir şekilde anlattığımız her şeyi ufak sessizlikler yutsun istedim şimdi. Öyle çok istedim ki... Yoğrulduğum o dert ve yaşadığım o kararsızlık bana  bir şekilde yaklaşıyor.   Sokaktakiler beni görünce bağırıyor: Sözlüğe bak! Oysa yapmam gereken bu değil. 

 Bu adam/kadın/çocuk yazmış işte! Bir sözcüğün sizi öldürme ihtimalini sevememiş olacak ki her cümlede yaşamanıza razı olmuş. Her cümle ile nefes nefese kalmanızı ve baştan ayağa titremenizi istemiş. Dayanıklıyım ben diyordum, burnum havalarda geziyordum ki beni hallaç pamuğu gibi bir o tarafa bir bu tarafa atmaya başladı. Kurudu yapraklarım, döküldü çiçeklerim, gövdem dayanamaz oldu bu yaşama… O kadar arafta kalmıştım ki sonunda araf olup çıkmıştım insan içine. Şimdi saymayı unutmuş olacağım. Şimdi günün kaç saat sürdüğünü sorsalar bilemeyeceğim. Şimdi diye bir şey yok ve hiç olmadı deseler, inanacağım. Gövdemi yakıp kavuran her ne ise onu bağışlıyorum. Ruhum gıdıklanıyor, kahkahalarımda en ufak suçluluğa yer yok... Kendimi bağışlıyorum ve bu bağışlama esnasında bağışlamanın mümkün olmasına inanamıyorum. Bütün suçum yaşamaktı, keskin virajları dönerken de, kaygan zeminde ilerlerken de bir şarkıyı tüm içtenliğimle söylemekti. Düşmemek, çarpmamak, kaza yapmamak için de değil…Hiç değil! Sözlükler masamda duruyor, gövdeme yakın fakat ruhumdan uzakta bir yerde tozlanıyorlar. Nedir ki günün ve gecenin eşitliği? Gece ve gün denilen bu zaman dilimleri nasıl eşit olur ki? Bunun yalan olduğunu söyle Pessoa ve kendimi bağışlayabileceğimi anlat. Beni benimle teselli ettiğinden olacak dünyanın bütün şiirlerinden daha güzel senin şiirlerin. Okumayı öğrendiğimden bu yana bilmediğim bir sözcük için sözlük karıştırmamı söyledi bütün bilenler. Oysa yapmam gereken bu değil!  Kışa girerken zihnimi beyaz bir kağıt gibi hissediyorum, yırtılmaya hazır ama kendisini yırtacak olanın bir şair olması onu sevindiriyor.  Yüreğim öyle özgür çarpıyor ki onun bir at olduğuna inanacağım. Kolay kolay inandıklarımı, bir seferde cevapladıklarımı, anlamadan duyduklarımı geri vereceğim. Bana derdimi, kararsızlığımı, hayatla cebelleşmeyi sevdiren bütün sözcükler ve bağlaçlar Pessoa’ya saygı duyuyor, biliyorum. Biliyorum bilmesine ama benim saygım, sevgim, hayranlığım hep böyle çekinecek mi? Bir kağıt helva uzatır mısın? Kağıt gemi mi demiştim? Kahretsin, unuttum, unutuyorum, unutacağım bütün anlamlı rüyalarımı. Kağıt helva demek isterken kağıt gemi demiş olabilirim. Pessoa güler, güler, güler, anlardı sonunda. Sözlüğe bakmazdı o da. Güler ve anlardı.

Kuru kuru öksürürken çilek kokan şurubun boğazımdan içime yayılması gibi onu okumak!
Yasemin Şenyurt

Gidip Gidip Geliyoruz




aklımın haylaz şarkıları, yüreğimin mırıldaması, gürüldemesi ile gidip gidip geliyoruz işte...

bir anlamdan başka bir anlama

derinlerden yüzeye ve tekrar derinlere

ve tekrar düşlere

şapkalı gülüşlere

içimizden gelen çiziklere

dışımızda kopan fırtınalara 

gidip gidip gelirken unuttuklarımız

hep bir uçuruma yazgılı kendimiz

unutmak mı

hiç mümkün değil

kaç numara yaparsak yapalım bize

gidip gidip

bir ağacın karmaşasından

başka bir sadeliğe

hiç de düz değil

yazarken bile

yaşarken hiç değil

gidip utancıma
 
yeniden baktım

uyanmıştı

gidip öfkeme baktım

nefes almayı öğreniyordu

gidip sevgime baktım

benim olmayan tek şeydi o

derin

ve 

özgür


yasemin şenyurt

1 Ocak 2017 Pazar

Ankara




Ankara'ya geleli yirmi yıl oldu bu sene ve bu şehir bana denizi gönüllerde bulmayı öğretti, gökyüzünü öğretti, felsefe kitaplarını sevdirdi, yazdıklarımı değiştirdi. Fotoğraf çekmek için, boyaları büsbütün duyarak resim yapmak için, şarkı söylemek, dans etmek ve paylaşmak için bana şans verip durdu Ankara. Ankara'da kaybolmak da, kendini bulmak da,  kendini geliştirmek, hayatını zenginleştirmek de güzeldir.  Dostlukların ve aşkın şehridir Ankara benim için. İyi ki teyzem ve eniştem burada yaşadılar ve ben iyi ki üniversite için bu şehre geldim. İlk geldiğim günlerde kabus gibi gelen bu şehir şimdi anılarla, anlamlarla yüklüdür.  İki üç günlüğüne de buradan ayrılsam burnumun direği sızlıyorsa başkasın işte şehrim...

Yasemin Şenyurt
1 Ocak 2017

Hangi Şiir?



Deklanşöre basmadan önce içinizde o an hangi şair var, hangi şiirini yazıyor bilebilir misiniz? Eğer içinizde Orhan Veli varsa ve Dalgacı Mahmut'u yazıyorsa ve siz o an yeryüzünü çekiyorsanız gökyüzü sizi şımartmış olabilir. Eğer içinizde Edip Cansever varsa ve Yerçekimli Karanfil'i yazıyorsa ve siz sürekli düşüncelere dalıp deklanşöre basamıyorsanız bunun tadı da başkadır...Deklanşöre basılır basılmaz içinizde bir çocuk takla atıyorsa, şarkılar söylüyorsa, kahkahalar atıyorsa o fotoğrafta sizin bile bilemediğiniz şeyler olmuştur. Sizin belirlediğinizi düşündüklerinize bakın, iyice bakın, orada bilemediğiniz şeyler de olur çünkü yaşam söz konusudur...


Yasemin Şenyurt- 1 Ocak 2017