hiçim ben
asla bir şey olamayacağım
bir şey olmayı isteyemem
Gene de, benim içimde
dünyanın bütün düşleri.
Pessoa
Hayır, inanmıyorum
kendime
Her tımarhanede kendinden
emin o kadar çok deli var ki!
Hiçbir şeyden emin
olmayan ben, onlardan daha çok ya da daha az haklı mıyım?
Hayır, kendimden bile
emin değilim.
Pessoa
Kant'ın yazmadığı nice
felsefeleri düşündüm gizlice.
Ben bir tavan arası
insanıyım, belki de hep öyle kalacağım,
Orada yaşamasam bile;
Pessoa
Bu adam niye böyle
yazıyor? Kendimi anladığım bir cehennem sanki onun yazdıkları... Kendimi
anlamam için çok çeşitli yollar vardı ama ben çıkmaz bir yola girdim ve bundan
hiç pişman olmadım. Bu yolda olduğu gibi, uykusuz gecelerde olduğu gibi oldukça
yakın durdum çocukluğuma, çocukluğumdaki kedilerime, en çok Sıpa'ya...Bir
derdin oluyor ve sen ondan sonra o dertle yoğruluyorsun. Yoğrulduğun o derdin
rengi, hacmi, biçimi seni sen yapıyor ama sen sen olduktan sonra da
değişiyorsun ve sen değişirken şaşkın, sakar, huysuz olsan da içinde ufacık mavi
bir nokta sımsıcak duruyor, aynı kalıyor. O aynı kalan sıcak ve mavi noktanın
kalemini harekete geçirdiği doğru. Bitmeyen, tükenmeyen, azalmayan bir şey var
hayatında. Hayatındaki o şey sen Pessoa'yı okudukça sevinç çığlıkları atıyor.
Dil ve anlam üzerine kafa yorarken yaşadığın bu karşılaşma kolayca verilmiş
bütün kararları iade ediyor ve kendisine karşı koyamadığın, nasıl meydan
okuyacağını da bilemediğin bir büyük kararsızlık yaşatıyor. Bu kararsızlığın
içinde debelenmezsen, bocalamazsan, çıldırmazsan sen olamazsın diyor. Çattık
işte! Hücum edebileceğin, arkanı dönüp gidebileceğin bir kararsızlık değil bu.
Yönünü belirlemen, bu kararsızlığı doğru dürüst yaşamayı bilmene bağlı. Bir
karara varmak için sözlük anlamlarına baktığın her sözcük seni yanıltacak. Daha
başka bir dil ve daha derinleşen anlamlar var bu kararsızlıkta. Kendime Sıpa
diyerek durumun yoğunluğunu, olayın karışıklığını bir nebze olsun
azaltamadığımı bilsem de türlü türlü şeyler deneyerek bu kararsızlıkta dengemi
korumaya çabalıyorum. Dengemi yitirme korkusundan uzaklaşmazsam sözlüklere
dönerim. Oysa yapmam gereken bu değil.
Kurguluyorum,
kurguluyorum ve içimde kendisine ulaşamamış insanların pişmanlıkları birikmiş
de ben onları anlatmak zorundaymışım gibi bir his. Bu hisle başa çıkmanın yolunu
biliyorum. Yazacağım,okuyacağım, yazacağım ve bu döngüye kimse kısır döngü
diyemeyecek. Deseler de ben buna pek aldırmayacağım. Kurgularken bütün kokuları
daha çok duyacak, görüntülerin akışına teslim olacağım ve pişmanlıkları
birikenler için sürprizler hazırlayacağım. Dengesini kaybetmiş olanlar da
söylenememiş olanlardan pişmanlık duyanlar da sürprizleri
sevecekler. Sürpriz hazırlamaktan yorulduğumda Pessoa okuyacağım,
sarsılarak, utanarak, ağlayarak. Pessoa okuyacağım ve onun yazdıklarının kafamdaki
saçları kazıyan bir ustura kadar güçlü olduğunu hep duyacağım. Duymak,
koklamak, tatmak, hissetmek... Bir şey daha vardı. Görmeyi unuttum. Görmeyi
unutmuş olduğumu kendime itiraf etmeliyim. Dolambaçlı bir şekilde anlattığımız
her şeyi ufak sessizlikler yutsun istedim şimdi. Öyle çok istedim ki...
Yoğrulduğum o dert ve yaşadığım o kararsızlık bana bir şekilde
yaklaşıyor. Sokaktakiler beni görünce bağırıyor: Sözlüğe bak! Oysa
yapmam gereken bu değil.
Bu adam/kadın/çocuk
yazmış işte! Bir sözcüğün sizi öldürme ihtimalini sevememiş olacak ki her
cümlede yaşamanıza razı olmuş. Her cümle ile nefes nefese kalmanızı ve baştan
ayağa titremenizi istemiş. Dayanıklıyım ben diyordum, burnum havalarda
geziyordum ki beni hallaç pamuğu gibi bir o tarafa bir bu tarafa atmaya
başladı. Kurudu yapraklarım, döküldü çiçeklerim, gövdem dayanamaz oldu bu
yaşama… O kadar arafta kalmıştım ki sonunda araf olup çıkmıştım insan içine.
Şimdi saymayı unutmuş olacağım. Şimdi günün kaç saat sürdüğünü sorsalar
bilemeyeceğim. Şimdi diye bir şey yok ve hiç olmadı deseler, inanacağım.
Gövdemi yakıp kavuran her ne ise onu bağışlıyorum. Ruhum gıdıklanıyor,
kahkahalarımda en ufak suçluluğa yer yok... Kendimi bağışlıyorum ve bu
bağışlama esnasında bağışlamanın mümkün olmasına inanamıyorum. Bütün suçum
yaşamaktı, keskin virajları dönerken de, kaygan zeminde ilerlerken de bir
şarkıyı tüm içtenliğimle söylemekti. Düşmemek, çarpmamak, kaza yapmamak için de
değil…Hiç değil! Sözlükler masamda duruyor, gövdeme yakın fakat ruhumdan uzakta
bir yerde tozlanıyorlar. Nedir ki günün ve gecenin eşitliği? Gece ve gün
denilen bu zaman dilimleri nasıl eşit olur ki? Bunun yalan olduğunu söyle
Pessoa ve kendimi bağışlayabileceğimi anlat. Beni benimle teselli ettiğinden
olacak dünyanın bütün şiirlerinden daha güzel senin şiirlerin. Okumayı
öğrendiğimden bu yana bilmediğim bir sözcük için sözlük karıştırmamı söyledi
bütün bilenler. Oysa yapmam gereken bu değil! Kışa girerken zihnimi beyaz bir kağıt gibi
hissediyorum, yırtılmaya hazır ama kendisini yırtacak olanın bir şair olması
onu sevindiriyor. Yüreğim öyle özgür çarpıyor ki onun bir at olduğuna
inanacağım. Kolay kolay inandıklarımı, bir seferde cevapladıklarımı, anlamadan
duyduklarımı geri vereceğim. Bana derdimi, kararsızlığımı, hayatla cebelleşmeyi
sevdiren bütün sözcükler ve bağlaçlar Pessoa’ya saygı duyuyor, biliyorum.
Biliyorum bilmesine ama benim saygım, sevgim, hayranlığım hep böyle çekinecek
mi? Bir kağıt helva uzatır mısın? Kağıt gemi mi demiştim? Kahretsin, unuttum,
unutuyorum, unutacağım bütün anlamlı rüyalarımı. Kağıt helva demek isterken
kağıt gemi demiş olabilirim. Pessoa güler, güler, güler, anlardı sonunda.
Sözlüğe bakmazdı o da. Güler ve anlardı.
Kuru kuru öksürürken
çilek kokan şurubun boğazımdan içime yayılması gibi onu okumak!
Yasemin
Şenyurt