29 Ekim 2012 Pazartesi

Cadının Meselesi


Ruhsal şikâyetlerimin fiziksel ağrılara ve acılara dönüşmesi için elimden geleni yapmış olmakla övünebilirdim. Övünmek için yeterince zamanım vardı. Zaman benliğime teğet geçmeden geçiyor ve hayat uzakta bir yerde gelişiyor, değişiyordu.  İnsan kendi sesini dinlemeye başladığı zaman bir süre sonra sadece kendi sesini duyuyor ve o sesin içinde boğuluyor. Bir kaşık suda boğulmak kadar acı olan bu gerçekle yüzleştim.


Üşengeçlik ve tembellik arasında salınıp giden hareketlerimi değiştirecek filmler izlemeyi istesem de her şeyi yarıda bırakmaya yelteniyordum. Heyecanla avuçlarıma düşen cevizdi sanki hayat. Onu biraz zorlanarak kırmış ve içinin boş olduğunu gördükten sonra hayal kırıklığı yaşamımı kesintiye uğratmıştı. Etrafımdaki herkesin avuçlarının içine düşen cevizi iştahla ve ağır ağır yediğini gördükçe üzülüyordum. Bir arkadaşım yanıma geldi ve biliyor musun dedi iştahla ceviz yediğini gördüğün insanların çoğu ceviz yiyormuş gibi yapıyorlar. O anda sevinmem ve arkadaşıma bu durumu bana açıkça söylediği için mutlu olmam gerekiyordu. Hayal kırıklığımı arttıran bu gerçek karşısında boğazımda düğümlenen sessizliği arkadaşım da dahil kimse anlayamazdı.
Hayatın boş olduğu gerçeğiyle yüzleşmekten kaçınan insanların etrafımda olması rahatsızlığımı pekiştirmişti. Yeryüzünün benim gibi bir cadıyla işinin henüz bitmediğini anladım. Bu gerçeği kavrayınca da süpürgemi aramaya koyuldum.
Onlar hayatı yediklerini zannediyorlardı. Zavallı olduklarını hiç düşünmedim.
Kendi ağrılarımı unutmak ve bir kaşık suda boğulmaktan kurtulmak için her yolu denemeli ve her yolculuğa çıkmalıydım. İnsanların bilgelere, kahramanlara ya da meleklere duydukları ihtiyacın farkındaydım ama onlara melek taklidi yapmayacak kadar cadıydım.
İnsanlarla olan bu meselemin kendimle olan meselemden daha ciddi olduğunu kavradım. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder