29 Nisan 2012 Pazar

Cesur Adım

27 Nisan 2012 Cuma

Köprü





Atlaslar, sözlükler, imla kılavuzları arasında bir yerdeyim.  Nice isyanı bastırdım içimdeki. Şimdi nasıl yaşayabilirim? O kadar alışmıştım ki isyanlara…İnsanlarla anlaşamıyorum. Toprağa dokundukça içime akan şiirler var.  Beni durdur diyorum ermiş dedeye.  Duramazsın diyor ve ardımdan sesleniyor: Çok geç kaldın.  Geç kalmış olmamın ya da hiç yetişemeyecek olmamın farkındalığıyla yüzümün gerilen noktalarına güneşin iyi geleceğini düşünüyorum. Yüzümü güneşe teslim ediyorum. Hiç kimseye teslim etmemiştim yüzümü daha önce. Belki de yanılıyorum. Sadece bir kişiye bıraktım yüzümü koşulsuz. Ermiş dede suskun. Nice ilkbahar geçirdik şu korku dolu ellerimle. Sadece bir kişiye bıraktım ellerimi sorgusuz. Ermiş dedenin gözleri alev alev. Soluklanmalısın diyor. Ama az önce geç kaldığımı söylüyordu.  Benim verdiğim tepkiler, aldığım kararlar, alamadığım kararların içinde hep o var. Soluklansam da olmaz diyorum.  Dizlerimin bağı çözülüyor. Dilim tutuluyor ve kalbimde bir köprü inşa ediliyor o an. Köprüyü inşa edenin ermiş dede olduğunu anlamak için ermiş olmaya gerek yok.  Kalbimden onun kalbine giden köprü…Çiçekli ve rengarenk…Mis gibi kokuyor.  Geç kalmış olmak ve dinlenmek arasında kalan kararsız beynim kendini çiçeklerin kokusuna bırakıyor. 

23 Nisan 2012 Pazartesi

Çocuğum Bugün


Yaşanabilecek güzelliklerin en güzelini yaşamış ve yaşanabilecek diğer en güzeller için anın içindeki ayrıntılara odaklanmış bir çocuğum bugün...

22 Nisan 2012 Pazar

Bir Ömrü Boyamak




Ömrümü yere serdim ve üstüne tüplerle boya sıçrattım. Bir ömür nasıl rengarenk yapılır sorusuna verebileceğim basit bir cevap bu. Elimden bir şey gelmiyor ki diyenlerin canları da can bizimki de can. Onların da iki eli var bizim de. Bizi biz yapan şey renklerin bize bulaşmasına izin vermek. Bir bakıma haşır neşir olabilmek. Titizlikle çalışmak başka şey titiz çalışmak başka. Elindeki malzeme ruhuna bulaşmamışsa, paçalarına sıçramamışsa, ellerinde iz bırakmamışsa bırak malzemeyi. Sözcükler için de geçerli bu dediğim husus.
Haydi bir de şimdi deneyin boyamayı…

Yansıyan


Yansıyan halleri seviyorum...Seviyorum Nisan ayında Cumartesi akşamı olmayı...Seviyorum ve hem kök oluyorum hem kanat...Bir hamarat bir hamarat:)

21 Nisan 2012 Cumartesi

Turuncu Islık


Turuncu rengini seviyorum. O renkte enerji olduğunu söylüyorlar ama ben bundan pek emin değilim. Turuncu yeleğim ve turuncu kalemlerim bana bu  renkte başka bir şey olduğunu söylüyor. Canlılık ve dinamizmden başka bir şey...
Size turuncunun ne olduğunu anlatmaya çalışacağım. Turuncu işte bildiğiniz turuncu ama benim için size sıradan gelen bu renk özel ve gizli anlamlar taşıyor.
***

Turuncunun gizi yazısı yarım kalacaktı. Belliydi bu...Neden böyle yapıyorum? Neden yarım kalacak yazılara bağlanıp kendimi sonsuz yolculuklarda buluyorum? Gerekli mi bu?

Bağlanmak ne kadar güzel bir eylem aslında...

Ben en çok da ıslığının renginin turuncu olduğunu düşündüğüm bir insana bağlıyım.

Beni çağırsın istiyorum. Turuncu ıslığıyla dünyanın öbür ucuna çağırsa beni...

Koşa koşa giderim. Biliyor olmalısınız.

Bilmiyor musunuz?

***
Gözlerimden sessizce süzülen yaşlar ellerime değiyor.
Bir elimde biblo melek duruyor.
Yıkanıyor melek gözyaşlarıyla.
Bir elimde mendil.
***
Turuncu ıslığına bağlandığım insana bakıyorum şu an.
Tatlı sessizlik!


20 Nisan 2012 Cuma

Kendimle Şenlik Günleri





Güneşin kendini göstermeye başladığı muhteşem bir Nisan ayıydı. Şirin Pancaroğlu’nu dinlemek için can atıyordum.  O sırada  kendimle barıştığımı kavradım. Kavgalı olduğum kasvetli kış aylarına inat bu bahar tam anlamıyla bir şenlik olabilirdi. Kendimle Şenlik Günleri’ni başlatacağımı söyleseler hayatta inanmazdım ama inanmak gerekiyormuş. 
Bu baharı şenliğe dönüştürmek için yeterince param yoktu ama ruhumda maviyle yeşil arasında gidip gelen güçlü bir ışık vardı. Bu ışık  gideceğim yol konusunda ve soluklanacağım şiirler konusunda bana yardımcı olacaktı anlaşılan.
Öyleyse harekete geçmeliydim. 
Bir şarap şişesini başıma dikmeden önce ya da nisan yağmurlarında doyasıya ıslanmadan önce düşünmeye gerek yoktu. Harekete geçmek içimdeki bulmacalardan, labirentlerden uzaklaşmak anlamına geliyordu.
Mavi yeşil ışığı rehberim olarak saydım ve sevgi duydum ona.
Kelebeklerin renklerini ve hareketlerini düşündükçe kıskançlık duymamak olanaksızdı.
Kendimle Şenlik Günleri kaç gün kaç gece sürecek olursa olsun hazırdım. Hazırdım hazır olmasına da kafamı kurcalayan bir mesele vardı. O meseleyi parantezi alıp şenlikleri başlattım ılık Ankara gecesinde. 

19 Nisan 2012 Perşembe

Mutlu Yıllaaaaaarrrrrrrr



Sen bize gökkuşağısın her zaman

Dünyaya geldiğin için o kadar şanslıyım ki

Kucaklamanı, canım kızım demeni ve güleryüzünü öyle çok özledim ki...

İyi ki doğdun!

Seni Seviyorum...

12 Nisan 2012 Perşembe

UNUTULAN ANAHTAR


Masasının üstü kitaplarla doluydu. Felsefe, şiir, deneme kitaplarıyla dolu olan masanın başına oturamıyordu bir türlü. İnternette oyalanmayı tercih ediyordu. Oyalanmak ve geçiştirmekle bu ömrü harcadığının her an farkında olması onu çileden çıkarıyordu. Bir sabah uyandığında her şey daha farklı olacaktı.
O sabah uyanır uyanmaz kahvesini içmek için yataktan fırladı. Nisandı ve yağmur yağıyordu. Yüzünü yıkarken bütün bedeninin gücünü hissetti. Ellerini inceledi aynanın karşısında. Becerikli ve hünerli sayılmazdı ama ellerini sevmemesi için bunlar neden değildi.
Kısacık saçlarını uzun uzun tararken içindeki sıkıntıyı korkuttuğunu anladı.  İçindeki sıkıntı nasıl kaçacağını bilemediği için şaşkındı. Onu daha çok korkutmak istemeyen Yeşim saçlarını taramayı aniden bıraktı. Sıkıntının gitmesi gerektiğini düşünüyordu ama bu kadar şaşkın giderse tekrar döneceğinden korkuyordu.

Kahvesine süt eklerken dışarıdan gelen seslere kulak kabarttı. Komşusu taşınıyordu. Umursamak ve ilgilenmek istediği halde masanın olduğu odaya geçti. Kapıyı, pencereleri, perdeleri kapattı. Yağmur sesinin bile sızmasına izin yoktu.
Bir açıklama yapmalıydı kendine. Sade ve kusursuz bir açıklama olmalıydı bu açıklama. İçinde olup bitenlere büyüteç tutmak istemeden eline gelen ilk kitabı açtı. Bataille’ın İç Deney kitabıydı. Sayfalarını karıştırdıkça açıklamaların gereksizliğini hissetti.
Nefes nefese kalmıştı. İçinde bulunduğu odada yere uzandı. Altındaki halının onu uçuramayacağını biliyordu. Kanatlara, meleklere, büyüye ve sihre ihtiyacı yoktu şu anda. Gerçeğin en işlek caddesinde ıslık çalarak yürüyordu.
Masanın başına tekrar geçtiğinde elindeki kitabın kapağına dokunuyor ama bir türlü kitabı açmaya cesaret edemiyordu. Bu kitap kendi kitabıydı. Dilinin damağının kuruduğunu hissetti. Gerçeğin en işlek caddesinde yürümeye devam etti.
Kendi kitabını bırakıp Derrida’nın kitabını ve daha sonra başka kitapları eline aldı, sayfaları karıştırdı…
Masadan ve odadan ayrılamıyordu. Yazma isteğiyle dolup taşıyor ama aynı zamanda biriktirmek istiyordu.
Sıkıntı giderken yapacağı en büyük kötülüklerden birini belki de bilmeyerek yapmıştı. Yeşim’in içinde anahtar unutmuştu. İçindeki anahtarın hangi kapıyı açacağını nereden bilebilirdi ki? Sıkıntının bu anahtarı unuttuğunu bilse de sıkıntının evi neredeydi ki? Şimdi ona doğru gitmeliydi daha doğrusu onun yerini yurdunu bulma zorunluluğu doğmuştu. Sıkıntının evini bulursa ve ona anahtarını teslim ederse rahatlayacağını düşündü.
Odadan ve evinden çıkarak sıkıntının peşinden gitti.  

10 Nisan 2012 Salı

İLHAN BERK’İN AĞAÇ ŞİİRİ VE PARANTEZ İÇİ YASEMİN


Ağacım ben
(Ben de)
Dünyada gördüğünüz ağaçların hiçbirine benzemeyen bir ağaç
(Benzersizliğimle duru-yorum)
Birbirine benzeyen hiçbir şey yoktur
(Sustuklarımız da benzemez birbirine)
İki su damlası birbirine benzemez
(İki susamış çiçek de)
Beni kendimden başka bir şey yapmaya çalışan bu dünyada
(ben de çok dertliyim bu konuda)
Gene de benim
(Aferin demese de başkaları)
Bir başka ben:
Gölgesi bir ağacın
Hiçbir şey belli değil hem
(olmasın daha iyi bu)
Anın içine mi ötesine mi geçmeli?
(ötesine geçmek için içinden de geçmeli)
Yitip gitmeli mi yoksa?
(dalıp gitmek gibi mi ilhan berk?)
Bunu anlamıyorum işte
(ben de)
Hem her şey bir sessizlik
(Ezberimizi unuttuğumuzda utancın çiçekleri
Bütün utancımız o olsa bu dünyada)
Bir kuş geçiyor görüyorum
(Kafama değiyor hatta)
Bir su durduğu yerde genişliyor
(Ayaklarıma değiyor  gizli gizli)
Her şeye ben yalnızca bakıyorum
(Saygı duyuyorum ben de)
Bakmak benim işim, yalnız bakmak
(benim işim ne?)
Dünyadaki her şeyi korkunç özlüyorum
(Şu ç harfi yok mu ne haylaz duruyor şiirde)
(Özlüyorum benim de işim bu)
Küçük bir bahçeydi her şeyim benim
(şu ç harfi bahçedeki)
Ordan görünen evleri, sokakları, gökyüzünü unutamam
Şimdi biri yok
Bir resimde ağaç olmayı hiç düşünmedim ben
(Ç harfine saplantılı bir kadınım. Hiçliği de ağaçları da sevmem bundan mı?)
Köklerimi saymazsak(köklerimi ben de göremiyorum)
Büyük bir değişiklik olmadı
Yaşamadığımı da kimse söyleyemez
(Hiç kimse söyleyemez hem de)
Uzun mu uzun bir yolculuğa çıkmış gibiyim
(Ç’nin çenesindeyim şimdi)
Sonsuz uzuyorum
(Çeneme vurdu benim de)
Ama sonsuzluk değil bu
(Gevezelik değil bu)
Sonsuzlukta dolaştığımı biliyorum ama
Elimde değil, yerimi yadırgıyorum
Dünyada bir resimde olmak…
Hepsi bu
Hem böyle bir şey olmalı:
Varolmak
(Çınnnnnnn)

***İlhan berk’in ağaç şiirinin arasında onunla konuşur gibi yazdım. Benim yazdıklarım parantez içinde. Yalnız bir parantez var ki o İlhan Berk’in ağaç şiirinin içinde de var. Köklerimi saymazsak dizesinden sonra gelen parantez İlhan Berk’in açtığı ve kapattığı bir parantezdir.

8 Nisan 2012 Pazar

Her Zerrede



Hasret türküleri söyleyerek
Aklımı daldırıyorum göğe
Tutku balıkları var
Denizden kuşlar geçer
Omzumla duyduğum sevinç
Gözlerimle düşündüğüm sen
Çözümü gibi bir problemin
Çözülüşü kalbimin
Her zerrede sen
Dokunurken çiçeğe
Kaçarken çiçekten
Aklımı daldırıyorum toprağa
Tutku kökleri
Senin kokundan öte yok ki
Yok ki başka cennet
Teninde duyduğum
Ruhumla
Olmanın aşk haliyim