24 Aralık 2019 Salı

Laik Bir Ülkede Yaşamak İstiyorum !





Bağımsız yaşamamızın, özgür kararlarımızın ve eğitimin, bilimin, sanatın önündeki en büyük engel laik bir ülke olmamaktır. Laik bir ülkede din ve devlet işleri birbirine karıştırılmaz. Laik bir ülkede sağlıkla ilgili sorun yaşayan kişi bilime başvurur. Tedavi ve iyileşme sürecinde dinle ilgili olduğu düşünülen ama gerçekte dinle değil parayla, köşe dönmeyle ilgisi olan cinleri uzaklaştırdığını iddia eden kişilere rağbet yoktur. Bu kişiler gerçek bir iyileşme yolculuğunun önündeki engellerdir.  Bu kişiler zaman kaybına yol açar ve bu süreç kişinin sağlığını daha kötüleştirir. 


 Laik bir ülkede eğitim kişilerin kendilerini geliştirmesine, toplum için, gelecek için güzel işler yapmasına olanak sağlar. Eğitimin amacı kişilere dünya hakkında bilgiler vermek ve bu bilgileri yorumlamaları için kendi akıllarına güvenmelerini sağlamaktır. Her bilginin olduğu gibi kabulü değil, bilgiler karşısında sorgulayıcı tutum esastır. Kişi sorgulayıcı tutumunu ne kadar derinleştirirse hayatı kavrayışı o denli iyi olacaktır. Bakış açılarının zenginleşmesi eleştirel bir tutum ile mümkündür. Okullarda, üniversitede eleştirel tutumun yerini inanç alırsa; bireyler öğrendikleri karşısında el pençe divan duracaklardır. Bireyler öğrendikleri ile yaşamları arasındaki ilişkinin netleşmesini beklemeye başlayacak ve bu bekleyiş bireyi pasifleştirecektir. Sorular soran, aktif bir biçimde öğrenmek isteyen çocukların, gençlerin önündeki en büyük engeldir soru soramamak. Eleştirel tutumdan uzaklaşan eğitim sistemi bireyi kısıtlayacak, soru sormaktan uzaklaştıracak ve sonuçta kişinin sorumluluk duygusunu elinden alarak özgürlüğüne engel olacaktır. Kişi bilimde, sanatta, siyasette, felsefede neler olduğu hakkında kulaktan dolma bilgilerle yetindiği zaman araştırmak gibi müthiş bir yolculuğa çıkamayacak ve bu yolculuğa çıkamadığı için bakış açısı her geçen gün daha da daralacaktır. 

Laik bir ülkede yaşamak istiyorum diyorsak bir an önce harekete geçelim ve olup bitenlerin farkında olalım. Laik bir ülkede yaşamak istemiyorum diyorsak ne dediğimizin farkına varalım, zahmet olacak ama ne dediğimizi düşünelim. Eylemlerimizin kısıtlandığı, seçimlerimizin olmadığı, eşit olmadığımız ve olmayacağımız, gözetlendiğimiz bir toplumda ne kadar sağlıklı, ne kadar üretken ve ne kadar mutlu olabiliriz? Sağlığın elden gittiği, sevdiğimiz şeyleri yaparken bile acaba başkaları ne der diye ödümüzün patladığı, varolan veya olası baskılar nedeniyle eylemsiz kaldığımız bir yaşam gerçekten yaşamak mıdır? 

Yasemin Şenyurt
25.12.2019
Ankara

18 Aralık 2019 Çarşamba

pina

13 Aralık 2019 Cuma

Bir Şiir, Bir Güzel Haber


mavi at kafe 10 yıldır şizofreni hastalarını topluma kazandırıyor

yaşamak budur biraz



yalnızlık bıçağını soyup
kalbine sağ kalabilirsen
yalnızlık bıçağını ısırıp
kuşları eksik etmezsen dilinden
yalnızlığı baş tacı edip
ağrıdan ölürsen
yaşamak budur biraz sevgili

içinde testere çalışır da
duyabilirsen en kısık inceliği
bilgelik budur biraz sevgili

Yasemin Şenyurt
13.12.2019
Ankara

11 Aralık 2019 Çarşamba

Güzbilim Dersinde Haiku Yazamamak Üzerine Bir Şiir








kendime kaçsam
sırt çantasız
dayansam dağ gibi
bir ihtimal daha var
o da yaşamak mı dersin

kendime ev
kendime kale
kendime okyanus
okudukça

pencere buğusunda
büyür 
büyürse eğer bir sözcük
büyür bir düş
büyürse eğer 
buğuda

uykumdan kaçtım
anlam için
yollara vurdum kendimi
karşılaşmak için
en altın kalpli devle

ormanlar dost
nehirler kardeş
gece sırdaş oldu yolda
kaybolmadım
kendime rehber

yeryüzünün en kibirli misafiridir insan
kahkaha atabilirse azalır bencilliği
kahkaha atabilirse kendine
hayata kalbini katar
ağlayabilirse
buzlar çözülür
kendime sitem
kendime efkar
kendime nergi
kendime gü

son harfleri nerede çiçeklerin
ey gece

güzbilimi dersinde
öğretmen şiir bey
haiku yazdırdı 
ben kapandım sıraya
ağladım
kapanır insan bazen
öyle kapanır ki içine
sırat da nedir
cehennem ne

haiku yazmak zor
sayın şiir bey öğretmen
ben bir yolcuyum
altın kalpli devi arayan
ormanlardan geçe geçe
aç susuz
sözcüksüz huysuz
haikusuz

inanıyorum üstelik
o devin yaşadığına
kimsenin inanmadığı bir çağda
belki bu yüzden sayın şiir bey öğretmen
kaybolmamalıyım

Yasemin Şenyurt
12.12.2019
Ankara 

23 Kasım 2019 Cumartesi

plotinos için güzel


"iyi bir insan ol ama bunu kanıtlamak için zamanını harcama"




"eylemlerdeki, tutumlardaki, güzel ahlaklılıktaki, erdemlerin bütün iş ve meyvelerindeki, ruhların güzelliğindeki inceliğin ayrımına varınca ne hissedersiniz? siz kendinizin de içinde güzel olduğunuzu görünce ne hissedersiniz? nedir vücudunuzu bir dalga gibi saran bu diyonisyak sevinç; bütün ruhunuzun yukarıya doğru çekilişi, bedenden kurtulup asıl kendiliğine batmış olarak yaşama özlemi?
bunlar, aşkın büyüsü altındaki ruhun eylemlerinden başka bir şey değildir.
ama bütün bu tutkuyu uyandıran şey de nedir? ne biçim, ne renk, ne kitlenin görkemi: hepsi bir ruh içindir, güzelliği hiçbir renge dayanmayan bir şey; çünkü ruh, hikmetin ve erdemlerin bütün diğer renksiz nurlarının mabedidir. işte sizin içinizde bulduğunuz, ya da bir başkasında saygı duyduğunuz odur: ruhun yüceliği, hayatın adilliği, terbiye edilmiş saflık, görkemli yüzün cesareti, ağırbaşlılık, korkusuz, sakin ve hırssız bir alçakgönüllülük ve hepsinin üzerinde parlayan tanrısal zihnin ışığı."


Plotinos


Südur, Sonbahar ve Bellek




Sonbahar renginde ruhum
Kestane tadında bir sabah
Uyanmak hem güç hem keyifli
Uyumak bir yatağı deniz sanarak
Rüyalara Giriş dersinde öğrendim amatör kelimesi amordan gelir

Amatör olmak isterim
Sonbahar Edith Piaf'ın sesi
Sonbahar siyah beyaz bir fotoğrafta kırmızı bir sandal
Saklanıyorum sevgili balık
Saklanıyorum bir sinemada

Ayna falan
Oradan mitoloji mis gibi
Narkissos mu geldi aklınıza
Lethe için ne dersiniz
Burgazada'da saklanıyorum
Bir yaprağa dönüşerek
Sait Faik'in evinin bahçesinde

Amatör olmak isterim
Bugün mozaik kek tarifi aldım Füsundan
Bir arkadaş Yürümenin Felsefesi kitabına başlamış
İnanır mısınız okuyor onu
İnanır mısınız bir kedi anahtarlığı geldi kondu avcuma
İnanırsınız biliyorum

Mavi At koşuyordu
Sonbaharda sinemaya saklanmıştım
Bellek şiirini yazmak istiyordum
Ekmek mis gibiydi
Sıcaktı
Ve bir o kadar büyülü

Şu anda 
Sait Faik dile gelseydi
Hişt hişt derdi
Semaver öyküsü ile başladım onu okumaya
Martıların konuştuğunu ondan öğrendim

Bu akşam Gökanlam şiirini okudum eve gelince
Ödevimdi benim
Giderken mavi at seslendi
Bugün İmge Su Ada ile tanışınca
Sarhoşa dönmüştün dedi
Doğrudur dedim
Derin Şiir ile tanışmak da isterim
İzmir'den gelince

Amatör sözcüğü amordan gelir 
Mavi At ismi Trieste'den
Ne zaman ceviz ağacıyım
Ne zaman sen
Ne zaman polis
Ne zaman Gülhane Parkı

Sevmek kaça ayrılır
Ayrılır mı 
Bana sorarsanız
Sevmek birdir
Plotinos da böyle mi düşünür bilemem

Birden taşar evren
Plotinos böyle düşünür
Südur der hatta bu taşma durumuna
Yeni Platoncudur kendisi

Ne zaman bitecek şiir der 
Sabırsız okur
Bitti say
Çayın varsa
Kağıt gemiler yapacaksan
Amatör olacaksan her an
Say ki bitti
İçinde başladı

Yasemin Şenyurt
23.11.2019
Ankara

22 Ekim 2019 Salı

Hadi Gülelim Frekansı



İnsanın hem en güzel, hem de en çirkin eğilimleri verili ve biyolojik bir insan yapısının parçası değil, insanı yaratan sosyal sürecin ürünüdürler. Bir başka deyişle, toplumun bastırıcı işlevinin yanısıra  bir de yaratıcı işlevi vardır.

E. Fromm


Bitmek bilmeyen bir merdiven hayal edelim. Niye hayal ediyoruz diye sorarsanız vazgeçeriz belki bu hayalden. Sormazsanız bitmek bilmeyen merdivenin basamaklarına bakarız, rengine, dokusuna…Vazgeçelim bu hayalden dersiniz, ben de açıkçası sevmedim bu hayali derim. Bambaşka bir hayal kurarız.

Açılmayan bir kitap hayal edelim. Merak ederiz ve açılsın diye uğraşırız değil mi? Neden açılmadığını düşünür dururuz belki de. Ah şu kitaplar, açılsa bir dert açılmasa başka derttir, değil mi? Kitabın kokusu, yazarının adı, kitabın kapağındaki fotoğraf ve size hediye eden kişi bir araya gelirler ve bazen dört beş defa okumak isteğiyle dolup taşarsınız. Siz istekle dolup taştıkça kitap zihninizde yepyeni bir yer edinir. Bir rüyayı yeniden görmek istemişseniz, bilirsiniz bu duyguyu da.

Yazar kimdir? Okurun yaratıcı deneyimi de bir tür yazma edimi değil midir? Okur ve yazar söyleşirken kitap içinden kitaplar doğmaz sanıyorlar, yanılıyorlar. Yanılabilirler ve hatta yanılmalılar. Doğar kitaplar ve büyürler insanın hiç hayal edemediği biçimlerde. Açılmayan kitaptan konuyu buralara vardırmak mıdır maksadım? Maksadım yoktu, inanın. Bitmek bilmeyen bir sevdaya inanın.

Topluma uyum sağlamak da neyin nesi dediğim yıllardan Bir Uyumsuzun Notları’nı okuduğum yıllara, o yıllardan uyumlu bir bütüne ait olabilmenin güzelliğini düşündüğüm yıllara geldim. Emekledim, çok düştüm, çok yaralandım. Yürümeyi öğrendim işte, sonunda öğrendim. Toplumun yaratıcı işlevini gördüm sonunda, görebildim.

Bir Ahmet Telli şiiri geldi şimdi aklıma: “Çocuksun sen sesindeki tipiye tutulduğum” Belki de o dize böyle değildi ama bakmayacağım doğrusuna. Doğrusunu öğrenirsem yazar ve okurun birlikteliği, söyleşisi ve bu söyleşinin değeri suya düşmez mi?

Niçin Büyüyelim kitabını aldım içerdeki odadan, salona getirdim, bakacağım. Bakmanın ötesine geçip ciddi ciddi okuyacağım. Yıllar önce bir dostumun en karanlık zamanlarda söylediği gibi “hadi gülelim” frekansını açacağım. Hadi Gülelim frekansında Onur Akın dinleyeceğiz. O frekansta yeri gelince çocuk yeri gelince yetişkin olanlar, yeri gelince yazar yeri gelince okur olanlar ve yeri gelince deli yeri gelince akıllı olanlar buluşacak. 

Hadi gülelim…

Hadi hayal kuralım, birlikte…


 Yasemin Şenyurt
22.10.2019
Ankara

13 Ekim 2019 Pazar

Başımıza Gelen Şeylerin Değeri



F. Pessoa

Bu sayfada bir öykü olmasa…Öyle güzel ki bu iki cümle, ben yazmasam, siz tekrar tekrar bu iki cümleyi okusanız olmaz mı? Ağaçları, çiçekleri, denizi, gökyüzünü tanımak için harıl harıl çalışmaya başlasam ben de. Yazmasam işte, tembellik etsem. Kendimden emin olmasam, yargılarda bulunmasam, önsaygı ile baksam dünyaya. Her birimiz bu sabah Pessoa’nın iki cümlesini düşünüp unutulmaz anlara teşekkür etsek…
Çocuktum, bir yılbaşı kutlayacaktık, Ankara’da diye başlamasam.
Çocuktum, bir gün İstanbul’da arkadaşlarımla diye başlamasam söze ve siz dönüp dolaşıp Pessoa’nın iki cümlesini okusanız:
Başımıza gelen şeylerin değeri, sürece uzunluklarıyla değil, yoğunluklarıyla ilgilidir. Bu yüzden unutulmaz anlar, açıklanamayan şeyler ve bizim için eşsiz insanlar vardır.
Bugünü ve bu haftayı bu cümleleri düşünmekle geçireceğim, anladım. Anladım ki bir yazar sizi bir kış sabahı – yüzme bilip bilmediğinizi düşünmeden- denize atabilir ve sizin can simidiniz anılardır, yüzmeye başlarsınız. Nasıl kulaç atacağınıza dair bilginiz vardır, inanılmaz bir biçimde. İnanılmaz bir biçimde nasıl hayatta olduğunuza şaşırdığınız anlar vardır ve hayatta kaldığınız yetmezmişçesine hayata kattığınız şeyler çoğalmıştır. Deniz yıldızı hediye etmiştir bir gün bir balıkçı size ve siz o fotoğraftan ayraç yapmışsınızdır mesela.
Bugün o inanılmaz günlerden biri olabilir, bu hafta öyle bir hafta olabilir. Diyelim ki olmadı, sıradan bir gün ve olağan bir hafta bizi bekliyor. Deniz yıldızsız, güneşsiz, yağmursuz günler olacak ve siz çok sıkılacaksınız diyelim. Şu cümleler daha iyi yer etsin o zaman aklınızda:
Başımıza gelen şeylerin değeri, sürece uzunluklarıyla değil, yoğunluklarıyla ilgilidir. Bu yüzden unutulmaz anlar, açıklanamayan şeyler ve bizim için eşsiz insanlar vardır.
F. Pessoa
Çok erken sayılmayacak bir saatte yazıyorum, yine gönlüm elvermedi Pessoa’nın cümlelerini tekrar tekrar yazmak yerine kendimden bir şey katmamaya. Kendinden katmak güzel şey doğrusu, garip bir alışkanlık…
Pessoa okumayı özlediğimi hissettim, Huzursuzluğun Kitabı’nı bir süre sonra bırakmıştım, başlamalı mı yeniden diye düşünürken siz de düşünün istedim.
En çok da şu gerçeği:
Başımıza gelen şeylerin değeri, sürece uzunluklarıyla değil, yoğunluklarıyla ilgilidir. Bu yüzden unutulmaz anlar, açıklanamayan şeyler ve bizim için eşsiz insanlar vardır.
F. Pessoa 
Yasemin Şenyurt
14.10.2019 
Ankara

9 Ekim 2019 Çarşamba

Hep Onun Yüzünden Değil mi?




“Eğer gerçek dünyada yaşamak istiyorsam, bu yansıtmalarımdan vazgeçmek zorundayım; nefret edilesi olanın, kötünün içimde olduğunu kabul etmeliyim. Bu kolay değildir. Suçu başkalarına atamamak çok zor. Ama buna değer. Eğer birey, diyor Jung, "kendi gölgesiyle hesaplaşmayı öğrenirse, dünya için gerçek bir şey yapmış olur. Günümüzün devasa, çözülmemiş toplumsal sorunlarının hiç olmazsa minicik bir parçasını sırtlanmayı başarmıştır. Dahası, o birey gerçek birlikteliğe, kendini bilmeye ve yaratıcılığa doğru adım atmış, büyümüştür. " 
Ursula K. Le Guin

Hep onun yüzünden diye başladı söze. Sözü geriye doğru çekti ve bir ok gibi fırlattı. Hep onun yüzünden oku saplandı tahtaya. Hep onun yüzünden mi gerçekten diye bir an sormadı, bir an sorsa belki de aklı açılacak, kalbi ferahlayacaktı, izin vermedi. İzin vermedi bir an ne kendine ne ona ne de yaşama. Haklı mıydı? Haklı olsa ne fayda!
Hep onun yüzünden diye başladı ve sözüne devam ederken bu sefer geçmiş yaşamında yaptığı hatayı yapmamaya karar verdi. Ok yaydan çıkmadı. Biraz olsun anlayış kazanmıştı önceki yaşamında, biraz olsun şefkat kazanmıştı. İnsan ne kazanırdı ki başka? Para kazanmak, şan şöhret kazanmak diye geçer sözlüklerde ama bence para kaybedilir, harcandığında da kazanıldığında da. Ne kazanılır o halde? Güven kazanılır, sevgi kazanılır, umut, anlayış kazanılır. 
Hep onun yüzünden demedi üçüncü kez dünyaya geldiğinde. Döndü dolaştı, hep kendi yüzünden olduğunu kavradı. Meselelere farklı bakabiliyordu bu yaşantısında. Dördüncü kez yaşayacak olsa kim bilir neler neler kazanacaktı? Dördüncü hakkı yokmuş. Kimin kaç hakkı var bilemeyiz ve heyecan veren de budur. Bir yaşamımız olacak veya on dört yaşam hakkımız olacak. Öğrendik öğrendik telaşında olmamız güzeldir. Ya hiç öğrenemezse kişi? Mutlaka öğrenir, belki her şeyi öğrenemez iki yaşam hakkında ama  çok önemli bir şeyi öğrenecektir. On milyon yaşama hakkı olduğumuzu bilsek “nasıl olsa öğrenirim” rehavetinde olmaz mıyız? Kim ne derse desin telaş güzeldir. İyiliğe doğru telaş, güzelliğe, inceliğe, özgürlüğe telaş şiirlerin en özgünüdür. 
Şu ayna nöronlar meselesi beni çok düşündürüyor bu ara. Düşünmek dedim de bu sabah okuduğum makale neden bu kadar güzeldi ve neden bu kadar çok düşünüyorum onu şu anda? Turing testi, bilgisayarın insan olduğuna ikna olma meselesi derken makalenin her yerinde hissettiğim sevgiye, inceliğe inanç…
Searle’un Çin Odası deneyini mi öğrenmek istersiniz, başka zihinler meselesini mi yoksa bir bilgisayarın nasıl olup da insanlar için çok kolay olan bir cümle içindeki zamirle kimin kastedildiğini bilememesini mi? Bir bağlantı adresi verip bu öyküyü okuyanlara o makaleye göndermek isterdim ama yapamam. Elimizdeki imkan kısıtlılığından değil, içimden gelmediğinden, içimden gelse de bu makaleyi okurken hissettiklerimi paylaşacakmışım gibi geldiğinden…
Ayna nöron, ayna nöron söyle bana beynin F 5 bölgesinde misin? Ayna nöron söyle bana empati mi senin derdin? 
Hep onun yüzünden demekten empati ile vazgeçeriz değil mi? Kaçıncı yaşantıda vazgeçeriz? 

Yasemin Şenyurt
09.10.2019
Ankara

4 Ekim 2019 Cuma

insanın gücüne dair




“Sonuçta hepimizin ölecek olması, geride sadece tozun kalacak olması, İnsan’ın, koşulların onu maruz bırakabileceği hayvan-olma ayartısına karşı koyabilen biri olarak kendini olumladığı anda sahip olduğu ölümsüzlük kimliğini hiçbir surette değiştiremez.”
Alain Badiou

Babamla konuştuk, Pazar günü hava sıcaklığı on derece düşecekmiş dedi. Üşüyeceğiz ve bizi sıcak tutan şeyleri yanımıza almak yetmeyecek, üzerimizde olacak hırka, yağmurluk. Belki gribe yakalanmamak için daha dikkatli olacağız. Belki yağmur ömrümüzde ilk defa farklı sesler çıkaracak, farklı hissettirecek. Kasvetli sabahlarda içimizi kıpır kıpır eden bir öykü yazma telaşı yüzünden kahvaltı yapmayı erteleyeceğiz. Kasvetli sabahlarda en sevdiğimiz kazağımızı giyerek gün içindeki aksilikleri, olumsuzlukları üzerimize çekmeyeceğiz. Bu yeter mi? Gün içindeki olumsuzluklarla boğuşmak için daha farklı bir gücümüz olmalı sanki.

Bu güç nasıl bir şeydir ki insanı ayakta tutar? Bu güç ne renktir, nasıl bir kokusu vardır, görünüşü nasıldır? Kim anlatmak ister bilmiyorum. Kendime baktığımda bu gücün lacivert olduğunu, yasemin koktuğunu ve bir yağmur damlası biçiminde olduğunu söyleyebilirim. Bir başkası derse ki benim gücüm turuncu, kokusu elma, görünüşü deniz feneri şeklinde, nasıl itiraz edebilirim…
Bir gün Oslo’da Munch’un müzesine gitmeye çalışırken az kalsın kayboluyordum. Müzeye gideceğim derken şehirden uzaklaşmaya başlamıştım. Farkına vardım ve insanlara sora sora metroya binerek gitmem gerektiğini, hangi durakta ineceğimi öğrendim. İlk defa yurtdışına çıkmıştım ve müzeye giderken yalnızdım. Yanımda bu güç vardı işte, lacivert. Müzeyi bulduğumda derin bir nefes aldım ama az kalsın fotoğraf makinem yüzünden içeri almıyorlardı, derdimi anlatamıyordum. Müzeye girmek için sırada bekleyen bir aile, tam da benim arkamda, benim durumu anlatamadığımı görünce görevliyle benim aramda tercüman oldular. Ben içeri girdim ve o aile belki de sadece benim müzeye girmeme yardımcı olduklarını sandılar ama onlar bir hayali gerçekleştirdi. Sadece onlar da değil. Yol boyunca durdurup müzeyi sorduğum herkes sayesinde bir hayal gerçek oldu. Ertesi gün içimde cesaret büyümüş, mutluluk çoğalmış, Viegeland Park’a gittim tek başıma.

Gelecek yıllarda aynı cesaretle Brüksel’de Rene Magritte müzesine gittim. Büyülendim Rene Magritte eserlerinden. Kendimi daha çok sevdim. Koşullar ne kadar çetin olursa olsun insan hayallerine yolculuk edebilir, kavradım ve bu kavrayış sayesinde “ben bunu yapamam çünkü” ile başlayan cümlelerle mücadele etmeye başladım. Size bir soru sorabilir miyim dediğimde nazikçe soruyu bekleyen, cevaplamak ve yardımcı olmak konusunda istekli olan herkes bu mücadelede yalnız olmadığımı kanıtladı. Acelesi olan ve bana hayır diyenler de oldu ama ben sormaktan vazgeçmedim. Eğer acelesi olanlara küsüp hayalime yolculuktan vazgeçseydim çok şey kaybederdim. İnsanın neleri başarabileceğine dair tahayyülü sınırlı galiba…Kendisine inandıkça ve pes etmedikçe “ben bunu yapabilirim çünkü” cümleleri başlıyor. Üşümek, donmak, erimek yalan oluyor…
Yasemin Şenyurt
2019 Ekim

Ankara

25 Eylül 2019 Çarşamba

Sevinç Yumağı






“Doğrusunu ister misiniz? Ben hikayenin nasıl yazıldığını da pek bilmem”
Sait Faik Abasıyanık

Uyanır uyanmaz ilk işim kedilerimle konuşmaktır. Birinin adı Nazende diğerinin adı Turta. Günaydın derim, kucağıma alırım, kucağımdan zıplayıp birbirlerinin yanına sokulduklarında, birbirleriyle oynadıklarında izlerim onları, bazen su içerken onlar dalar giderim hallerine. Geçen sabah uyandığımı fark eden ama henüz günaydın diyemediğim Nazende kendince bir günaydın dedi ki gözlerinden öpmek, içime sokmak, onunla ve turtayla tek vücut dolaşmak istedim. Sabah işe giderken Nazende çok itiraz ediyordu, ayaklarımın önüne yatıyor, çeşitli numaralar yaparak biraz daha kalmamı istiyordu, bu beni zorluyordu, onu kandırarak evden çıkıyordum.

Kediler bence insanların huyunu, suyunu en iyi tanıyan canlılar. Ne zaman ağlasam ya Nazende gözyaşımı yalar ya da Turta gelip bir fırsat bulur, burnumu ısırır. Senelerdir aynı evi paylaşmanın getirdiğinden çok daha güzel bir bağlılık bizimki. Nazende hiç kızdırmaz beni ama Turta perdeleri yerle bir ettiğinde çok üzülüyorum. Bunu kabullenmem gerektiğini söyledi veteriner, çok çaresi yok dedi.
Nazende geçen kış çok hastalandı. Yemek yemeyi reddetti, zar zor sevdiği şeyleri yemeye başladı da enjeksiyonla mamayı ağzına sokmaya çalıştığım günler geride kaldı. Beni çok korkuttu bu durum. Öyle zayıflamıştı ki her baktığımda bir an önce iyileşmesini diliyordum. O iyileşip kilo almaya başlayınca dünyalar benim oldu.
Bahar geldi o iyileşince. Turta, Nazende ve ben yumak olduk: Sevinç Yumağı.
O günden bu yana küçük şeyleri dert etmeyi bıraktım. O günden bu yana düzenli aldığım bir ilaca ihtiyaç duymamaya başladım. O günden bu yana onların evi oldu bu ev, ben misafir şair.
Şiir nasıl yazılır kediniz günaydın demezse, bilmem. Şiir nasıl yazılır, aklım ermez, kedi, köpek ve kuş veya balık, kaplumbağa, yunus sevmiyorsanız, onların bu dünyaya bizden daha çok sahip çıktığını düşünmüyorsanız. Şiiri patilerimle yazıyorum diyeceğim ama abarttığımı düşüneceksiniz. Bunun gerçek olduğunu kanıtlamayacağım. Çünkü kedilerim bundan hiç hoşlanmaz.
Ben onların insanı, evin misafiri olarak çok mutluyum. Yayınevleri reddedursun dosyamı, hayat hırçınlaşsın, insanlar acımasızlaşsın zaman zaman… Üzüntüye, öfkeye, kızgınlığa, korkuya açılırım ama bir yanım hep bilir sevinç yumağıyım geçen kıştan sonra.







14 Eylül 2019 Cumartesi

Bir Öykü Kahramanı Gibi Hissetmek





“Şu kibritin, şu yanmam diye fısır fısır fısırdayıp da sonradan peki emret anam yanayım, diyen şu kibritin ışığına bak. Bu olur mu arkadaş. Böyle bir el sürçmesiyle açılıveren hararet, ışık, bayram, gördün mü sen? Gül, sevin arkadaş. Şu ağzımızdan çıkan dumanlara bak! Nasıl uçuyorlar. Yaşıyorsun efendi. Pırıl pırıl, tane tane, ıslak ıslak.”
Sait Faik Abasıyanık


Bana hamsi diye seslenen bir arkadaşım var. Geçen gün aradı, telefonunu açamayınca mesaj yazdım: Gözümden uyku akıyor. Ne güzel haldir o, uykuya ramak kala yarı düş yarı gerçek bir biçimde yaşadığını hissedersin. Yaşadığımı hissettirenlerden biri de bana hamsi diyen arkadaşım. Yoğunluk falan dinlemez, arar sık sık. Benim halimden de anlar anlamasına ama yeri geldiğinde de sitem eder. Sitem edilmesi ne güzeldir…Bana çilek diye seslenen bir başka arkadaşım da var. Bal diyen arkadaşım da  var. Çok eski zamanlarda minik dev diyen bir arkadaşım da vardı. Ben nasıl olur da hem hamsi hem bal hem dev olurum diye şaşırmıyorum. Ne güzeldir kabına sığamama, taşma hali…
Yaşamımı şölene çevirir arkadaşlarım. Bazen bir arkadaşım kızı ile beraber bir şarkı söyler, üşenmez, sesi kaydedip bana gönderir. En kötü, en dertli zamanlardan geçerken bir arkadaşımın sözleri ile “doğru ya” der ve devam ederim yolculuğa. Aşık olduğum zaman bir arkadaşım türkü söyler, öyle güzeldir ki sesi dinlemeye doyamam.
Ne güzeldir cebinde kuruş yokken havaya aldanmak, dostlarla buluşmak, şarkılar söylemek…
Belleğindeki hazinede neler neler vardır da insan bilmez çoğu zaman. Gelecek gözünü kamaştırır, heyecanlanır ama bilmez çoğu zaman an kendi başına görkemlidir. Geçmişin aklı ve geleceğin kanatları ile an bizi sevmeye davet eder.
Yağmurun altında şemsiyesiz falan yürürken, etrafındaki insanlar bir yere sığınmışken bir öykü kahramanı gibi hissetmek kendini ve çantanı hafifçe duymak sırtında, gözlerinden yaş gelmesi, düşünmek ve düşündüklerini söyleyebilmek hürriyeti, bir sigara istemek bir yabancıdan, gülümseyip teşekkür etmek ve belki de koşa koşa gitmek isterken sevdiğin insanın yanına, bir çocuğun seni durdurmasına, ellerinden tutup parka götürmesine izin vermek ve hediyeler bulmak doğadan, hediyeler vermek doğaya…
Çok erken bir saatte üstelik bir Pazar sabahı bir bardak demli çayı o şekerli seviyor diye yıllar sonra şekerli içmeyi denemek. Çok erken bir saatte pencereleri açıp denizin pencereden odana dolmasını izlerken yanında onun olduğunu hayal etmek. İnsanın en iyi yaptığı şeylerden biri olsa yaşamak, yani iş güç tamam da kendini bir kutuya koymasa, kutuya koyuyor olsa da patileri, pençeleri, kanatları, yüzgeçleri, yeleleri olduğunu bilse…
Yenilese kendini her sabah. Bambaşka bir şehir, bambaşka bir ülke bulamaz ama bambaşka bir insan olsa her an. Kabına, kutusuna sığamasa…Akşam akşam günaydın diyebilse veya dili tutulsa, konuşamasa, pandomim öğrense, ukulele çalsa ya da ne bileyim bellek hazinesinin farkına varsa güzel olmaz mı? Yarı düş yarı gerçek bir alanda aklı beş karış havada yaşasa ve oldu da “dalgın” , “aylak”, “muzur” olmakla eleştirilse ama kendini doğru dürüst ifade edip yaşam sarhoşuyum ben diyebilse.
Gözünden uyku akan hamsi bir deniz kızı olur mu o zaman ne dersiniz?
Ayılmak ister mi mesela insan?
Tiryakiliğin böylesi olur mu gibi sorularla meşgulken biri size adres sorsa ve siz de  biraz kaybolmanın fena olmayacağını bildiğiniz halde doğru dürüst tarif etseniz gideceği yeri ne güzeldir değil mi?

Siz sevdiğiniz insanın yanına koşa koşa giderken, içinizde kıyamet gibi bir özlem duyarken dört yaşlarındaki o çocuğun sizi ikna edip parka götürmesine izin verseniz ne güzeldir değil mi? O çocuğun arkadaşı olursunuz bir an için ve bir an bazen bir ömürdür, değil mi?

Yasemin Şenyurt
15.09.2019

9 Eylül 2019 Pazartesi

İlham Veren Kadınlar Röportajı






Sayın Sinem Uslu'ya ve Metnihane ekibine İlham Veren Kadınlar röportajını ilk olarak benimle gerçekleştirdikleri için çok teşekkür ederim. Sorular öyle güzeldi ki kendimi, öykümü, Mavi At'ı ve sevdiğim kitapları tüm içtenliğimle anlatmamak imkansızdı. 

Röportajı şu linkten okuyabilirsiniz: 

5 Eylül 2019 Perşembe

Ben Diye Biri Var



Ben diye biri var
Koşuyor sular üzerinde
Sular diyorum
Ne fenadır
Karadan başkadır

Ben diye biri var
Çayı demli ve şekersiz içen
Gözlerinde ufuk çizgisi neden sanki
Güneş mi batmış bu sabah
Her taraf ışık

Sessizce doğruldum
Üzerimde kedilerim
Pikeyi atmışlar yere
Gün öyle güzel ki eylül
Sular üzerinde 

Ben diye biri
Yedigöller'de sanki 
Yapraklara anlatır en güzel öyküyü
Kendinden sakladığı

Kendinden sakladığı

Kendinden sakladığı öyküleri var onun

Yazarsa olmaz
Anlatırsa hiç olmaz
Kendine de saklamaz
Kendinden sakladığı öyküleri var 

Gelir gelmez dünyaya
Anladı
İşi gücü öykü olacak
Sular üzerinde koşacak
Renklere inanacak
Tek bir renge inansa içim yanmaz
Her renkte binlerce öykü duyacak
Yedi bin öykü ile nerelere sığacak

Yasemin Şenyurt
05.09.2019
Ankara