27 Ocak 2016 Çarşamba

Sessizlik Açıyor Her Yerde


Sessizliğin açtığı bedenim
Biraz kokusunu almış
Düşündeki kitabın
İşte gün başladı
Kıyamet gibi iş masada
Çayın olmamasından daha fena şeylerin hüznü
İşte sürüyor hayat
İğde ağaçlarından bahsetmiyor kimse
Nasılsın sorusunun boynu bükük
Duraksamadan konuşuyor metrodaki adam
Yanından geçiyorlar aldırmadan
Göz göze gelemeden
Dokunamamak hayatı hayat yapanlara
Uzanamamak
Sevememek
Bütün derdimiz
Çayın olmamasından daha fena
Öylesine olanlar
Anlamadan dinlemeden
Sessizlik açıyor her yerde
Kıyamet gibi işler masada
Duraksamadan konuşuyor metrodaki adam
Bir kadının çığlığı duyuluyor
Uzaktan
Uzaktan
Uzaktan
Yasemin Şenyurt

22 Ocak 2016 Cuma

Mucize Tadında Acı



Kumdan kaleleri yerken dalgalar
Kardan adamları yerken zaman
Yenilmezdi hiç sevgi

Elinde mavi bir mum erirken
Hayallerin hayata karışırken
Bitmezdi bir şarkı

Anlatıp durduğun şeyler biter
Bakıp gördüklerin geçer
Geçmezdi bir an

Sürekli sürekli sürekli
Açıp durduğun yüreğin
Batardı 

Sürekli sürekli sürekli
Aldığın nefes yakardı
Biri imdadına koşsa
İyiyim derdin 

Fotoğraf çekmeyi sevsen de
Hasreti çekemezdin bir türlü
Deli olurdun sürekli sürekli sürekli
Biri imdadına koşsa
İyiyim derdin

Yanlışlıkla daldığın uykuda
Hasretin fotoğrafını çeker
Uyandığında kırılırdın
Kardan adamlar erir
Kumdan kaleler yıkılır
Sen ağlardın
Sürekli 

İmdat demezdin
Biri imdadına koşsa
İyiyim derdin
Kim bilecek yüreğinin battığını
Kim soracak 
Sen anlatmazsan

Bir mucize gerçekleşecek
Belki o gün bugün
Aç yüreğini
Dinlemesini bil hayatı
Gülmesini

Terzilere sor
Çocuklara
Kime istersen sor
Senin kanatların eşsizdir

Erisin
Aksın
Yıkılsın şeyler sürekli
Sen çekmesini bil acıyı
Bir mucize tadında
Yasemin Şenyurt

20 Ocak 2016 Çarşamba

Kendimizle Bağlarımız Koparken




Çileğin iştahla ısırılması ve çiçeğin içine çekerek koklanması şarttı ama reklamları izliyorduk ve ardından dizileri ve ardından yarışmaları…
Temiz çarşaf kokusunu duyamaz ve yeni başlayan günü algılayamaz olmuştuk. Pencerelerimizi açıp içeri doluşan kuş seslerini de duyamıyorduk. Ne zaman ve nasıl bu hale geldiğimizi kimse sormuyor ve herkes komşusu aç olduğu halde tok uyumakta sakınca görmüyor ve hatta rüya görüyordu.
Şimdi dediğimiz zaman dilimini geçiştirmekte ustalaşmıştık. Amatör olduğumuz ne varsa uzak dursak iyi ederdik…
Denizin kokusunun üstüne basıp telaşla söndürüyorduk aydedeyi.
Yağmurdan sonraki toprak kokusundan bahseden kitapları okumamakla övünüyor ve bu ayrıntılardan bahseden yazarları küçümsüyorduk.
Güven duymuyorduk içimizin sesine ve sürekli kavga ediyorduk sudan bahaneler bularak.
Balon ve elma şekeri o kadar geçmişimizde kalmıştı ki geçmiş bir şiirden bize el salladığında ona içten içe öfkeleniyorduk. Adeta banane diyorduk çocukluğumuza oysa o çocukluktu bizim olan…
Bir şarkının tenimize işlemesine izin vermeyecek kadar kaskatı kesilmiştik. Yollara çıkarken bin türlü tedbir almayı ihmal etmiyorduk ve bununla övünüyorduk oysa yolculuk bilinmezlikler sayesinde yolculuktur ve gerçek bir yolcu yolda ise yanında kitapları vardır.
Kendimizi sile sile bir birey olacağımız yanılgısıyla başkalarına özeniyorduk.
Denizin kokusunu baş tacı ettiğimiz zamanlar yeniden gelecek mi bilmiyorum veya yeniden bir gerçek yolcu olacak kadar cesur ve çocukluğumuza sarılacak kadar bilge olacak mıyız bilmiyorum.
Unuta unuta veya yaka yıka veya sile sile vardığımız hedeflerimiz gerçekten bizi biz yapacak sanıyoruz ve zengin ve başarılı ve ünlü olabiliyoruz ama kendimiz olmak hepsinden zor ve ne zaman ki bu hedefleri sorgulayacağız ve ne zaman çileği iştahla ısırıp çiçeği hayranlıkla koklayacağız kendimize bir adım atacağız…
Yasemin Şenyurt

8 Ocak 2016 Cuma

PÜF NOKTASI




Kendinden geçercesine benimle oynayan küçük kedim Turta şu an mama kabına dalmış durumda ve ben onu izlerken kendimi tutamayıp nasıl bir yemek yeme şekli o diye sordum kendisine. Bazen bir çocuk kadar hayret edebiliyor olmama seviniyorum. Bazen de bir bilge gibi sakin ve aklı başında konuşmama seviniyorum.
Her zaman mantıklı olabilen ve kontrolü hiç kaybetmeyen biri değilim ama sanki son günlerde her yaşadığım olay beni geliştiriyor. Doğru dürüst bir insan olmaya çalışıyorum ve ömrüm boyunca çalışacağım. Müthiş bir esin perim var ve o aklıma sadece sözcükleri ve sözcüklerin arasındaki ilişkileri getirmiyor. Bu esin perim bana daha çok okumamı ve sevdiğim insanların hayatlarında doğru durmanın püf noktalarını da söylüyor.
Bu esin perisi, Turta ve büyük kedim Nazende ile çok güzel zamanlar geçiriyoruz. Bazen düşünüyorum da yalnızlık başkalarının zaman zaman korktuğu kadar korkunç değil eğer iki kedisi ve esin perisi ve bir radyosu varsa. Bazen düşünüyorum da bu hayatın püf noktaları var ve  ben bu püf noktalarını öğrenmeye başladım.
Şiir okurken de bulmaca çözerken de bir arkadaşımla sohbet ederken de yeğenimle saklambaç oynarken de bu püf noktalarını öğreniyorum. Biliyor musunuz gözden uzak gönülden uzak olmuyor kolay kolay… Bu da geç öğrendiğim püf noktalarından biri ve belki de en önemlisi.


7 Ocak 2016 Perşembe

İşte Benim Durduğum Yer




Durduğum ve kendimle karşılaştığım yere o yıllar sonra yeniden geldim. Sevginin beni iyileştirdiği ve yaşamıma amaç kattığı doğru. Şimdi bu sevgi öyle derin ve her anımda o kadar kendisini gösteriyor ki geçmiş de gelecek de anlam dolu…Sevginin gösterişsiz bir biçimde kendini belli etmesi beni iyileştiriyor. İçten içe sevildiğimi bilmek aslında yapmış olduğum yanlışları affetmemi ve başka insanları daha iyi anlamamı sağlıyor. 
Aşırı hız yaptığımda ve başım döndüğünde de yine sevgi imdadıma koşuyor.
Sevgiyi böyle usul usul hissetmek insanın daha net görmesini sağlayarak acele etmemesini olanaklı hale getiriyor. İçin titreyerek bir insanı sevdiğinde aslında özen göstermeye başlıyorsun ve sağlıklı olmak istiyorsun. Ne kadar uzun ve sağlıklı yaşarsan o kadar güzel anın olacağını düşünüyor ve bu düşünceyi sevdiklerinle paylaşıyorsun.
İşte benim durduğum yer bu yüzden “bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine”
İşte benim durduğum yer bu yüzden “ne gelir elimizden insan olmaktan başka?”


Yasemin Şenyurt

5 Ocak 2016 Salı

Martı İnsan Martı



Öyle bir başlangıç kurguladım ki içine giremedim bir türlü öykünün. Öyle bir son tasarladım ki hayal kırıklıkları ile çarptım yaşamın yüzeyine. Yüzeyde öyle aldı ki güneş gözümü hiç vermeyecek zannettim. 
Öyle çok ağladım ki dün gece ve saçımdan çekiştirerek kendimi öyle dipsiz bir kuyuya bıraktım ki sabah olduğuna inanamadım. Tenim öyle çok duydu ki yasemin kokusunu öleceğimi zannettim ama yaşadım.
Bir baktım ki yaşamak ince ince çalışmak ister. Bir de gördüm ki çalışırken gözyaşı ve ter olacak. Öyle çok aktım ki yapraklar ilişti üzerime ve öyle çok dondum ki hasret kaldım güneşe…
Yaşama  bir de bu köprüden bakayım diye öyle çok kafa patlattım ki yorgun düştüm. Öyle yoruldum ki hastalanırım zannettim ama iyileştim. Tesellisini bir şarkıda bulurum zannettiğim ayrılık öyle güçlendirdi ki sevgimi gün geldi ve ben teselli aramaz oldum.
Bir martı olmayı o kadar çok istedim ki deniz koktu üstüm başım. Öyle deniz koktum ki sen bana aşık oldun. Martı olduğumu anladın ve öyle çok anladın ki ben insan olmak için çırpındım durdum mavinin değişen tonlarında.
Demek ki bir yanım martı bir yanım insan oldum. Öyle çok sevdim ki beni anlamanı güneşin gözleri, aydedenin içi ve yıldızların kendisi kamaştı. Öyle çok kamaştı ki bu gökyüzüne ait şeyler ben artık bir şaşkın martıydım. Öyle şaşkındım ki oturdum insan yanıma bunu yazdım.

3 Ocak 2016 Pazar

Dört Yapraklı Yonca




Dört yapraklı bir yonca bulmuştuk. Hiç farkında olmadığımız ama bize görsel bir şölen sunan pencereydi sanki aşk. Pantolonumun cebinden zorla çıkardığım tertemiz bir mendili yere koyduk ve yoncayı da onun üstüne koyup izlemeye başladık. Kendimden geçmek üzereydim ki telefonum çaldı. Bir başkasını arayan bir başka kişiye gülümseyerek biz dört yapraklı yonca bulduk dedim tam telefonu kapatacağı sırada.  O da benim elimden telefonu alıp biz dört yapraklı yoncayı izliyorduk dedi.  Bir başka kişinin ne diyeceğini bilemediğini hissedince iyi günler dedik birlikte.
Bu anın üzerinden günler geçmişti. Yıllar da çok hızlı geçti.  Bileğimdeki yonca dövmesine her baktığımda zamanı tersine çevirdim. O ana gittim ve o an aslında benim için hiç geçmedi ve anı olmadı. Sizin de yaşamınızda sonsuzluğa doğru bıraktığınız ve anı olmayan bir yaşantınız varsa bir şölene dönmüş demektir ömrünüz.

Dört yapraklı yonca bulmuştuk. Hiç farkında olmadığımız ama bize müzik ziyafeti sunan bir müzik kutusuydu sanki aşk.  Mendili yere koyarken çıkan sesle biz o kadar çok dans ettik ki…

Gülmek Hastalık Değildir ki...




Aslında doğrularımın ve yanlışlarımın bir bütün olduğunu ve geçmişimin başkalarının gözünde doğrular ve yanlışlar silsilesi olduğunu anlamak beni güldürmüştü. Gülüyordum ve öyle çok gülüyordum ki kendimi durduramıyordum. Bu doğruda yanlış bulduğum çok nokta var dememek için kendimi zor tuttuğum zamanlara da  gülüyordum.  Gülmek öyle rahatlatmıştı ki güneşi içime çekmiş kadar sıcak ve aydınlıktım şimdi. Derinlerde bir yerde aradığım özgürlüğün böyle aniden gelmesi beni mutlu etmişti.
Kendi kendime o kadar çok gülmüştüm ki içimdeki ambulans beni hastaneye doğru götürmek için yola çıkmıştı. Gülmek bir hastalık değildir ki diyerek uyandım ve aynanın karşısına geçip  gülmeye devam ettim. Beni ciddi olmaya davet eden başkalarının gözleri, ifadeleri, elleri bir sihirli ayna olmuştu ve ben o aynaya baktıkça daha çok gülüyordum.
Gülmenin şiirini yazamıyordum ya da şiddetini ölçemiyordum. O an sadece gülüyordum ve içimdeki ambulansın şoförü öksürüyordu. Yeter artık diyecek gibi olan annem ve kardeşim de benim gülmeme katıla katıla eşlik ettiler ya bundan böyle ölsem de gam yemem…

Yasemin Şenyurt

2 Ocak 2016 Cumartesi

Hiç Bitmez ki





Biraz şarap içmek istiyorum. Belki senin beni hatırlamanı istiyorum. Biraz şarap içerek senin beni hatırlayıp hatırlamadığını düşünmek için kıvranıyorum ama şu anda loş ışıkta oturdum ve ağlıyorum. Koluna girip sokaklarda yürümek istiyorum ama birazdan Kafka’nın okumayı ertelediğim bir kitabını okuyacağım. Gözlerim dolup dolup taşarken hayaller kuruyorum ve her kurduğum hayali gökkuşağı desenli kutulara sığdırmaya çalışırken yoruluyorum. İkimizin de bisikleti var. İkimizin de kedileri var. İkimizin de gökkuşağı desenli kutuları var. Son yazdı televizyonda. Bir film bitti belli ki…
Biz bazen şarap içmek istiyoruz birlikte. Biz bazen küfür de ediyoruz. Biraz daha şarap içip birbirimize uyanıyoruz. İkimiz ayrı ayrı bisikletlerimize binip birbirimizle buluşmak için ayrı ayrı ülkelere yolculuk ediyoruz. Ayrı ayrı ülkelerde aynı televizyon kanalında “aşk hiç biter mi” şarkısına eşlik edip birbirimizin fotoğrafına bakıyoruz. 

Birazdan çıkıp gideceğim bu otel odasından. Birazdan bu kara kış bitecek. Belki seninle öpüşeceğiz bilinmez bir zaman diliminde. Bu hayat biterken o bilinmez zaman dilimi hiç yaşanmamış da olsa biz sarhoş olacak kadar çok yaşadık…
Yasemin Şenyurt 

Muzlu Süt





Kendimi ve ilk yalnız kalışımı hatırlıyorum baş döndürücü bir biçimde. Çocukluğuma ait bu anıda annem ve babam yakınlarda olmalı ama kimse yok ve sanki herkes uzaklarda… İnsanın ilk anısı böyle koyu bir yalnızlık olunca şarkılar hep yalnızlığı söyler. Yanına yaklaşan ve saçını okşamak isteyen bir insanın hafif hafif yukarı kalkan elinden korkmanın sebebi de çocukluğa ait başka bir anıdır.  Anıların içinde sevgiye dair olan bir anıya değil de bir içeceğe ulaşıyorum: muzlu süt.
Anıların içinde seyahat ederken dönüp dönüp aynı anı üzerinde düşünüyorum. Yalnız kaldığım o anı ve o soru: Neredesiniz?

Yıllar sonra yine yalnızım ama bu zorunda kalınmış bir yalnızlık gibi gözükse de aslında seçilmiş bir yalnızlık ve bu seçim sayesinde insanlarla sevgi dolu anlar paylaşıyor ve zorunda kalacağım bir yalnızlığa ya da ölüme meydan okumaya çalışıyorum. Yıllar öncesindeki muzlu sütün yerinde şimdi bol sütlü kahve var ve sevdiğim insanların hayat mücadelesinde anlamlı bir yerim var. Yıllarca üşüyen içim ilk defa onun ses tonu ile ısındı. Yıllarca arayıp bulmaya çalıştığım sesin ona ait olduğunu biliyorum ya o ilk anım ve korkuyla bakan gözlerim yatışıyor. Sakinleşiyorum ve kahvemden bir yudum alıp fotoğraf albümüne uzanıyorum. Sanki o yalnızlığa dair anıyı değil de sevildiğime dair anıyı bulacakmışım gibi düşünüyorum ama sonra kendi kendimi aldattığımı anlıyorum. Çocukluk yıllarına ait albümlere hızlı hızlı bakıp son yıllara geliyorum ve son yılların fotoğraflarında kedilerim ve ben varız. Sevildiğime dair o anıyı bir türlü bulamadığım fotoğraf albümlerini yerine koyuyorum ve derin bir nefes alıyorum. Aslında baş döndüren şey tam da bu…Çocukluk ve gençlik albümlerimde de son zaman albümlerinde de öyle fotoğraflar var ki sevgiyi hissetmişim doğru dürüst ve adam akıllı. İnsanın aklını başından alan bir duygu ile koltuğa oturuyorum ve orada gözlerimi kapatıyorum. Zorunlu yalnızlığıma belki bir saniye sonra belki de yetmiş yıl sonra ulaşacağım ama bu saatten sonra anılarıma haksızlık etmeyeceğim.