25 Şubat 2020 Salı

Konum Bildirebilir misin? Saat Kaç?




Saat kaçı vuruyordu? Vuruyor muydu? Yaralıyor muydu? 

İnsan kaç kez ölüyordu? Ölüyor muydu? Ebedi bir yaralı mıydı yoksa?

Bütün bu sorular neden vardı? İnsanı sık boğaz etmek için mi? Sanmıyorum. İnsan sorular sayesinde gün yüzüne çıkar ve gözleri kamaşsa da görebilir. 

İnsan dünyadaki konumunu bildirebilir mi? 

İnsan ölümünü bilebilir mi? Ne zaman ve nasıl gerçekleşeceğini değil de ölümünün anlamını bilebilir mi? Geçip giderken yeryüzünden nelerin kendisini üzdüğü ve nelere çok hem de çok sevindiği bir film şeridi gibi gözünün önünden geçer mi gerçekten?

Geçip gider mi insan? Kalır mı yoksa anılarda? Nedir bunu belirleyecek olan? Sabahları zehir gibi acı olduğunda, akşamları uykuya emanet ettiğinde kendini ve şiir yazamadığında, şarkılar düğümlendiğinde yeniden tanır mı kendini? 

Kendini tanıdığında ve kötülüğünü gördüğünde, pişmanlığı yaşadığında doğum mu bu? Geç kalmış değil mi? Geç kalmış olsa da doğmak zorunda. Geç kalmış olsa da ağlamak zorunda. Dile benden ne dilersen diyen bir peri olmadığında, gerçekler kendisine saplandığında ölmek ve doğmak aynı anda gerçekleşir. 

Sızı, ağrı ve sancı içinde doğmak lazım. 

Konum ondan sonra bildirilebilir, ondan sonra ebedi bir yaralı olduğumuzun farkındalığıyla edebi yaralı hale geçilebilir. 

Yasemin Şenyurt
26.02.2020 
Ankara

9 Şubat 2020 Pazar

Fırtına Müziğe Dönüşür mü?




Kıraç'dan Olur ya dinlerken dışarıda fırtına, içimde kopandan farklı, gürültülü...

İnsan çeşitli sığınaklar yaratabilir; mümkündür. Hastaneye yatabilir, ilacı sürekli hale gelebilir, dozu her seferinde artabilir, zorluklar farklı farklı görünümlerle kişiyi yoklayabilir. Yoklama alır hayat. İnsan mucizeler yaratabilir; mümkündür. Bir insanla sohbet ederken yaratır mucize yapbozunu bazen. Bir insana gülümsemek de mucize yaratır, bir insan eşsiz bir öyküdür, bazen tek başına bunu anlar insan. Bunu anlar ve anladığı bu şey değiştirir yaşamı. Bazen bir kitap kokusuna dalıp gitmek, bazen Almanca anladım diyebilmek, bazen de bir takvimin takvimden öte olduğunu anlamaktır mucize. İnsan krizler yaratabilir; mümkündür. Denizkızları çözmez o krizi; tanrı karışmaz ve birlikte çözersiniz krizi. Krizlerin içinden çıka çıka, düşe kalka, titreye titreye, bata çıka yaşanır. 

Aklımda bin türlü karmaşa var ve ben duruluyorum gecenin bir saati, bu yazıyı yazabilecek kadar duruluyorum. Kıraç söylemeye devam ediyor: "Umudun kaybedip pes etmek olmaz"  İnsanın türlü türlü halleri var. Hastalık, kriz, mücadele, dayanışma... Elimden ne gelir ki dediğin anda avcundaki çizgiler konuşuyor seninle: "çok fazla şey" Daralıyorsun ya bazen, kafanı kaldırıp gökyüzünde bir anlamlı bulut arıyorsun ya, orada duruyor o, sen hiç görmesen de, gör diye duruyor...Bir yıldız da orada senin için, göz kırpıyor...

Fırtınadan korkmam ben ama ev kapısı sürekli ses çıkarıyor. Pencerelerde uğultu... Korkuyor muyum? Belki... Belki de bir ıslak, çelimsiz kedi yavrusu gibi evdeyim. Aklımın başından gidişlerine tanığım, geliş ve gidişlerinden halsiz, yaşamın sonuna dek Sisyhpos misali... Kıraç devam ediyor: "Gece gündüz gözyaşını döken var mı benim gibi" Var tabi ki, olmaz olur mu... Hayat şarkıya dönüşsün istiyoruz, nakaratı bulamıyoruz... Bize yardımcı olur belki bir müzisyen, kim bilir, belki... 

Fırtına müziğe dönüşür mü?

Yasemin Şenyurt
2020
Ankara

8 Şubat 2020 Cumartesi

Sonsuz Sorumluluğu Üstlenmek


Ben, kendisini daha çok  kurcaladıkça sorumluluk duygusu derinleşecektir; egoist özne gibi kendi davranışlarının dışındakine karşı kayıtsız kalmak yerine, kendisini zaman olarak önceleyen her şey de dahil olmak üzere, adeta insanlığın tüm edimlerinden sorumlu addedecektir. Kendini başka herkesin yerine koymak, varlığını kendisiyle sınırlamayıp “açma” edimidir. Bu kavramlar, Levinas için daima, bir kayıptan çok bir tür yücelmeyi de imleyen olumlu terimlerdir: Özne olmak, işte bu sonsuz sorumluluğu üstlenmekle, özgürlük ise varlığının sınırlarını aşmakla mümkündür.

Duygu Türk

lacivert kitap



"Görünüşte düşünümsel olan kendilik deneyimim bile, 
hiçbir şekilde bir birlik sezgisi değil, bir farklılaşmalar labirentidir; 
Rimbaud "ben bir başkasıdır" dediğinde kesinlikle yanılmıyordu."
Alain Badiou





Bölüm bölüm içimize işleyen
Tanrının kafasını attırıp
Pasajlarda dolaştıran
Bir lacivert kitap
Belki içinde saklı bir film afişi

yasemin şenyurt

2 Şubat 2020 Pazar

Cevapsız Kalan Telgraf kitabı





Cevapsız Kalan Telgraf kitabını bitirdim. Sait Faik'in Alemdağ'da Var Bir Yılan kitabını ve kitaplığımda duran ama bir türlü okumaya cesaret edemediğim Huzur'u ve Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nü okumanın tam zamanıdır. 

Fikret Ürgüp'ün kitabını Haldun Hoca hediye etti. Bu hediyenin benim için değerini, anlamını anlatmayı çok isterim. Yıllar önce iki sözcüğü yan yana getiremediğim bir dönemde -çocukluğumdan beri en büyük hayalim: yazar olmak- Dr. Haldun Soygür bana "yazdıklarını benimle paylaşır mısın" diye sormuş ve yeniden yazmak konusunu düşünmeme sebep olmuş ve bir süre sonra da Çöpçüler öyküsünü yazmıştım.

 Daha sonra yazmayı sürdürdüm. Haldun Hoca bazen "devam" dedi, bazen "yeniden yaz" dedi bazen de "tam da şu cümle" diyerek beni yüreklendirdi. Cevapsız Kalan Telgraf'ı bir gün kendisini ziyarete gittiğimde bana uzattı ve "seni biraz bekleteceğim" dedi. Beklerken kitabı açtım ve okumaya başladım. 

Her sözcüğü özenle seçilmiş bu yazılarda insanları birbiriyle buluşturan sevginin, özenin tartışmalarla ve yanlış anlaşılmalarla daha da zenginleşebileceğini gördüm.

 Dünyanın hoyratlığına inat dostlukların ve yazıların, mektupların ve anıların insanı yaşattığını hissettim. Haldun Hoca'yı beklerken kitabı okumayı sürdürdüm. 

Bir insanı koşulsuz sevmenin, kendisiyle ve yazdıklarıyla gerçek anlamda ilgilenmenin nasıl bir şey olduğunu Haldun Hoca ile iletişimimizden biliyordum. Fikret Ürgüp'ün yazılarında Sait Faik ve Ahmet Hamdi Tanpınar'ı okurken Fikret Ürgüp'ü de tanımak mutluluğunu yaşıyordum. 

Haldun Hoca yanına çağırdığında konuşamıyordum. Sözcükleri bulmak, yan yana getirmek ve bir cümle ile ifade etmek o anda hissettiklerime haksızlık olurdu. "Kitap çok güzel" dedim ve sustum. Haldun Hoca yüzümdeki ifadeyi çözmüş olacak ki " güzel bir şey insanı kötü etkiler mi?" dedi ve ben de "etkilemez mi?" dedim. Birlikte sustuk ve çok güzel anlaştık.

 Eve geldiğimde kitabı okumaya devam ettim, ayraç koyduğumda, çay demlediğimde, uyuduğumda kitabı okumaya devam ettim. Şimdi de kitabı okumaya devam ediyorum. Kitaplığımdan Huzur'u ve Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nü almaya cesaret edeceğim. 

"Güneş var" yazmıştı Fikret Ürgüp. "Hişt hişt" demişti Sait Faik. "Kesemde verecek şey yok/ Yüreğimden verdim" demişti Nazım Hikmet. Yürekten gelen bu hediye için Haldun Hoca'ya teşekkür ediyorum. İçine yazdığı o güzel dilek için teşekkür ediyorum. Haldun Hoca bir şiirinde "kırık bir yürek bizimki" der. İyi ki yüreklerimiz kırık.

 "Okuyanlara dokunabilmek, yaşama dokunabilmek" için paramparça olmak istemesin insanlar, bütün olmak için didinip dursunlar ama bir gün yaşamlarının bir anında "yürekten bir hediye" alacak veya verecekler. 

Yasemin Şenyurt
27.07.2019
11.53
Ankara 

Devasa Bir Hediye





Günün içinde devasa bir hediye vardı: Anlayış