28 Ekim 2013 Pazartesi

Şair Olamamak (hoş bir şaşırtmaca)

Yapraklar sürükleniyordu. Ben kitabevine gidiyordum. Kitabevinde aradığım kitabı bulacağımdan çok emindim. Diğer insanlarla zaman zaman göz göze gelerek yürüyordum. Onların bakışları beni korkutmuyordu. Onların sesleri, arabalar, üzerine bastığımda çıtırdayan yapraklar korkutmuyordu. Her şey  doğal geliyordu. Kitabevine çok sevdiğim bir şairin yeni kitabını almak için gidiyordum. Aklımda da Orhan Veli’nin şiiri var. İçimden tekrarlıyorum onun dizesini. Bu şehrin en kalabalık olduğu zamanlarda bile bana kendimi özel hissettiren şairlerdi. Ben de şair olmak istemiştim. Başka insanların aklında bir iz ya da giz bırakmak istemiş olmalıyım. Kitabevine doğru ilerlerken neden şair olmadığım konusunu düşünmekten sıkıldım. Orhan Veli gibi şiirler yazamadığımı anladığım anda bırakmıştım yazmayı. Tekrar tekrar yazma isteği geldiğinde bile masa başına oturmamıştım. İşte yine düşünüyordum. Sıkıldığım halde neden şair olmadığımı düşünmeyi bırakamamıştım. Düşüncelerimin akışını değiştirmeye çabaladım. Bak görüyor musun ne kadar mavi şu gökyüzü diye şaşırtmaya çalıştım kendimi. Belki de bir şiir kitabı değil de bir söyleşi kitabı almalısın diye şaşırtmaya çalıştım. Şaşırtabildiğimi sanıyordum ki yeniden o düşünce büyüdü. Sende o hassasiyet yok ki dediğimi duydum. İçimden geçirdim o cümleyi. Sende o hassasiyet yok ki cümlesini kendime söylerken acımasız olduğumu anladım. Kitabevine girdiğimde içerideki kokunun beni hiç yaşanmamış zamana, hiç yazılmamış şiirlere götürdüğünü hissettim.  O koku benim elimden tutmuştu. O koku boynumda, bileklerimde ve saçlarımda kendini o kadar çok duyurmuştu ki başka bir şey duyamaz hale gelmiştim. Şairin kitabını soracaktım dedim kendime. Ama kendimi duyamıyordum. Kendimi, kitabevinde konuşanları, kedinin miyavlamasını duyamıyordum. O kokuyla dışarı çıktım ve eve geldiğimde masanın başına oturdum.  Bir şiir yazabilmeyi ne çok isterdim. Masada oturup bekledim. Kaleme, kağıda, masaya o kokunun yerleşmesini bekledim.
Üç gün boyunca masanın başına oturup yazmak istediğim şiiri yazamayınca artık hayal kırıklığıyla masadan kalkacaktım ki kokunun bütün evde olduğunu duyumsadım. Yaşamım o kokuya içten bağlıydı.  Belki yazma isteğini yeniden hiç duymayacaktım ve hiç yazmayacaktım. Yine de o koku benim elimden tutmuş ve umuda, sevgiye, geleceğe inanmamı sağlamıştı.

Yasemin Şenyurt

27 Ekim 2013 Pazar

Kaplumbağayla Aramızdaki Bağ



Aklım başımdaymış. Rahatlar gibi oldum. Demek ki panik yapmaya gerek yok. Bizim evin oradaki parkta yürüyüşe çıkmaya karar verdim. Hava kararıyordu ama panik yapmaya gerek yok diyerek kendimi sakinleştirdim. İnsanın zaman zaman kafası karışabilir ve bu karışıklık  kendini yorgunluk olarak gösterebilir. Yorgun olmadığımı biliyordum ve bu yürüyüşün bana iyi geleceğinden şüphem yoktu. Yürüyüşte dinlenmek istersem bir banka oturur ve çantamdaki kitaplardan birini açar okurdum. Sonbahara yakışan bir fotoğraf karesi diye düşündüm o an. Yürüyüş düşüncesinin yürüme eyleminin kendisinden daha güzel olduğunu düşünürsem yürüyüşe çıkmaktan vazgeçebilirim diye spor ayakkabılarımı giymekte acele ettim. Apartmandan çıkarken Deniz Hanımla selamlaştık. Apartmandaki komşuları çok iyi tanımasam da selamlaşabilmenin güzel olduğunu düşündüm yokuşu inerken. Parka geldiğimde bir kaplumbağa karşıladı beni. Kaplumbağayla göz göze geldik. Aklımın başından emin olduğumdan bu gördüğüm kaplumbağanın hayal olabileceğine dair en ufak kuşku duymuyordum. Kaplumbağa o kadar gerçekti ki…
Bir an kaplumbağayı unutup gerçek mi hayal mi sorusuna ya da tartışmasına döndüm. O arada kaplumbağa gözden kaybolmuştu. Kaplumbağayla tekrar göz göze gelme isteğimi anlamlı bulmamama rağmen onu arıyordum. Yalnızlığımı unuttursun ve beni oyalasın diye aramıyordum. Onun gerçekliğinde beni rahatlatan ve heyecanlandıran bir şeyler vardı. Anlamlı bir işaretti o.
Kaplumbağayı bir kedi gibi sevemeyeceğim gerçeği ortadaydı. Yine de onun bakışlarına ihtiyacım vardı. Nerede olduğunu bulmayı o kadar çok istedim ki hava karardığında çok değerli anları kaçırmışım ve kırk yılda bir insanın başına gelebilecek güzel bir anı mahvetmişim gibi yürüyordum.
Eve dönme kararı almıştım ve parktan tam çıkacaktım ki uzaktan kaplumbağayı görür gibi oldum. Hayal mi gerçek mi yanılsama mı diye düşünmeden hızlı adımlarla yanına yaklaştığımda kaplumbağa bana tekrar baktı. Onun yanına diz çöküp seni seviyorum kaplumbağa dedim. İyi ki karşılaştık dedim. Bir çocuğun beni izlediğinin farkında değildim. Annesinin elinden tutmuş çocuk bana ve kaplumbağaya bakıyordu.
O gece ve ondan sonraki gecelerde sık sık kaplumbağayı gördüm ve kaplumbağa rüyalarımda benimle konuştu. Hem de çok kritik kararlar alacağım zamanlarda hep doğruya yakın şeyler söyledi. Her parka gidişimde onu aradım ama rüyalarım dışında bir daha hiç karşılaşmadık.

Yasemin Şenyurt 

Bakışmalar



kanatları mı güvercinden
eteklerinde çalan ilkbahar sanki
düşünülmüş
beyazlar ve maviler

şelale gibi ruhları
kanatları mı aşktan
yoksa gözleri mi
karar veremezdiniz

çantalarında
kitap ve ince hüzün
sessizlik akardı gözlerinden
silemezdiniz

dalgınlıkları bir ömre bedel
öyle derin gülümsemelerine
uzun kurulmuş bir cümleyle
yaklaşınca siz
uyuyamazdınız
uyuyamazlardı

bakışlarını kaçıran her kadında
en çok aşk vardı
beyazlar maviler eflatunlar
tiril tiril

ne çok ağlardınız beraber
ne çok susardınız

anlamak için birbirimizi
ne çok ayrıldık

ve ne çok sevdik
uykusuz gecelerin içindeki şarkıları

Yasemin Şenyurt

23 Ekim 2013 Çarşamba

Yine Güzel




Odamda sesler
Kimi zaman bütün
Kimi zaman dokunaklı
Hayalden çıkıp gelmiş yorgun sesler
Gerçekle yüzleşmiş anlamlı sesler
Kendi sesim
Anılardan gelen sesler
Duymamak mümkün değil
Sokağa çıksam
Peşimden gelecekler
Sokağa çıksam
Başka seslere karışacaklar
Sesleri nereye saklamalı
Korku sesini
Öfke sesini
Deniz kıyısında oturduğumda hep düşünürüm
Sesler iyi mi kötü mü
Sesleri duydukça ses olurum
Bütün seslerin içinde tonu farklı bir ses
Sesim çıkmasa da bilirim
Sesler peşimde
Peşimde seslenirler
Bütün sesleri duyarak aynı anda
Yaşamak zor iş
Yine de duyarım
Yine çıkarım sokağa
Yine odama saklanırım
Seslerin içinde bir sesim
Çok da mühim değildir
Söyleyeceklerim
Belki bir gün çok önemli şeyler söylerim
Belki bir gün
Peşimdeki seslere dönüp konuşurum
Yaşamak her sesi duyarak
Zor mu zor
Güzel mi güzel

21 Ekim 2013 Pazartesi

Kendimizle İlgili Seçimlerimiz



İnsan her türlü kalıba girmeye hazır olduğunda kendinden vazgeçmiş oluyor. Bu kendinden vazgeçme halinde başkalarıyla olan ilişki de sahteleşiyor. Bizler ailemizde, okullarımızda sürekli kalıplara girmeye hazırlanıyoruz. Sahteleşen ilişkilerin ortasında durup yeter diyebilmenin mümkün olduğunu düşünüyorum. Ne kadar yadırganacak veya dışlanacak olsak da kendi olmamızın yaşamın her anında mümkün olduğunu düşünüyorum. Bu müthiş bir güç gerektiriyor. Kalıplar size sunulduğunda onların içine girmek hazzı beraberinde getiriyor. Uzun vadede baktığımızda o hazzın karşılığında kendimizden vazgeçtiğimizi kavrarız. Bir kendini gerçekleştirme öyküsünde engeller ve mücadele süreklidir. Kendi olma ve kendini gerçekleştirmede kolay ve pratik gözüken çözümler aldatıcı olabilir. Her an ve her durumda kendimiz ve ilişkilerimiz hakkında kararlar veririz. Bu karar verme sürecinde başka türlü olabileceğini görme olanağımız vardır. Başka türlü olabilecekken böyle kalmasını istemek de bizim kararımızdır. Karar verme ve bu kararın getireceklerini -iyi ya da kötü- yaşama sorumluluğunu almak kendi olmamızı sağlar. Aldığımız kararları şartlara, başka insanlara ya da hava durumuna bağlayarak "ben seçmedim" demek kendimize oynadığımız kötü bir oyundur. Bazen şartların ve başka insanların kötülüklerine hem de suçumuz olmadığı  halde maruz kalıyoruz. Burada da kendimizle gerçek ve sağlam bir ilişki kurmak zorlaşıyor. Burada başımıza gelenleri değerlendirirken kendimize hatırlatmamız gerekenler var. Müthiş bir güç gerekiyor kendimizi ve yaşadıklarımızı  akılcı bir şekilde değerlendirmek için. Yaşamlarımızda bundan sonra olmasını istemediklerimize karar vermek de olmasını istediklerimize karar vermek kadar önemli. Gerçeği görebilecek gücü olanların onu değiştirecek güçleri de vardır. Bu gücün ortaya çıkmasını sağlayan çoğu zaman bir başka insanla kurduğumuz içten  bağdır. Karar alırken, kendimiz olurken, kendimizi gerçekleştirirken yaşamımızdaki insanlarla ilişkimizi bazen yüzeyde tutup bazen derinleştirirken seçeriz. Seçimlerimizi yaparken sağlam, gerçek, içten olmak için bazen çok sevdiğimiz bir insan ve onun yaşamı bize esin kaynağı olur. Bütün mesele kalıplardan uzak durup kendi olmamız konusunda ısrar etmekte.

19 Ekim 2013 Cumartesi

Nazım Hikmet Şiiri: Ceviz Ağacı ile Topal Yunus'un Hikayesi





Burda bir dostumuz var : 
Çerkeş'in 
                Kavak köyünden. 
Büyük kitaplar gibi 
                          içinde bir şeyler saklı. 
Akıllı adamlara 
                ajans haberlerine 
                              ve bilmeceye meraklı. 
Adı : Yunus. 
Ateşimizi yakıp 
              suyumuzu veriyor. 
Ağaçlardan 
                   ve günlerden konuşuyoruz. 
Herhal ilerdedir 
                           yaşanacak günlerin 
                                                        en güzelleri. 
Şimdilik 
             sohbetimizde kederi : 
                                              kesilip 
                                                    satılmış 
                                                           bir ceviz ağacının...


Onu tanıyoruz : 
avlunun içinde 
                kapının solundaydı. 
Ve altı yaşında 
                dalından düştü Yunus, 
topallığı ondandır.


Öküzler topalları sever, 
çünkü topallar ağır yürürler. 
Öküzler topalları sever, 
ceviz ağaçları sevmez topalları : 
çünkü topallar sıçrayamazlar yemişlere, 
çünkü üzerlerine çıkıp 
                            silkeleyemezler dalları. 
Ceviz ağaçları sevmez topalları...


Bir acayiptir muhabbet bahsi : 
mutlaka kendini dereye atmaz 
                                 sevilmeyenlerin hepsi. 
İnsanların hünerleri çoktur : 
insanlar 
             sevilmeden de sevmesini bilirler...


Bir acayiptir muhabbet bahsi, 
bir acayiptir 
                    ceviz ağacı ile 
                                 topal Yunus'un hikâyesi...


..... Cevizlerini Eylülde döker, 
yaprakları yeşil dururdu Kasıma kadar. 
Ve Çerkeş yolu üzerinden 
                sabah namazı ışıyıp geldiği zaman, 
                kadınlardan önce uyanırdı dalları. 
Altından geçerken düşünürdü Yunus...


..... Düşünmek : 
                  ne mukaddes bir iş 
                                      ne felâket 
                                           ne de bahtiyarlıktı, 
ve ölüm : 
          mutlaka varılıp dönülmeyen, 
          fakat üzerinde düşünülmeyen 
                                         bir köydü Yunus için...


..... Cevizlerini Eylülde döker, 
yaprakları yeşil dururdu Kasıma kadar. 
Güneşte gölgesi hain olurdu, 
rüzgârda konuşurdu kendi kendine, 
dalları yukardan Yunus'a bakar...


..... Gündüzleri yıldızların niye söndüğünü, 
dünyanın yuvarlak olduğunu 
ve güneşin etrafında döndüğünü 
                                           bilmiyordu Yunus. 
Bunları biz anlattık ona 
                                şaşıp kalmadı...


..... Cevizlerini Eylülde döker, 
yaprakları yeşil dururdu Kasıma kadar. 
Yüksekti, genişti alabildiğine. 
Üç kişi el ele versen 
                         kütüğünü çeviremezdin. 
Gece altında oturdun muydu 
                         yıldızları göremezdin. 
Her gece altında otururdu Yunus...


..... Çinli müslümanlara, 
burunları tek boynuzlu gergedanlara, 
ve bir damla suda bir milyon mikroba dair 
                                                fikri yoktu Yunus'un. 
Bunları bizden öğrendiği gün 
                                                hayret etmedi...


..... Cevizlerini Eylülde döker, 
yaprakları yeşil dururdu Kasıma kadar. 
Toprağın içinde gider kökleri, 
karanlık bir sudur tepende akar. 
Her akşam altından geçerdi Yunus...


..... Bir gün ateşimizi yakıp 
                          verirken suyumuzu : 
«— Biz hizmetkârınız senin, 
                        sen efendimizsin» — dedik. 
Şaşırıp kaldı Yunus...


..... Cevizlerini Eylülde döker, 
yaprakları yeşil dururdu Kasıma kadar. 
Rüzgârda konuşurdu kendi kendine. 
Yüksekti, genişti alabildiğine. 
Gece altında oturdun muydu 
                            yıldızları göremezdin. 
Karanlık bir sudur tepende akar, 
toprağın içinde gider kökleri, 
dalları, yukardan Yunus'a bakar...


«— Köy işi zordur katiyen 
                                     vücut ezilir bir defa. 
       Toprağa çömelip bak dört tarafa : 
       bela hangi inde pusmuş 
                                     bilinir mi? 
       Mümkünü yok vurulsun...»

Vurmuş belâ, ciğerinden Yunus'u...

«— Biz hiç dünyada yaşamış değiliz. 
       Geldik 
                  gidiyoruz öylesine... 
       Tevatür güzelmiş İstanbul şehri, 
       varıp görülmesi nasibolmadı. 
       Velâkin niye tiftiği yok 
                                       altmış haneden otuzunun?...»

Tiftiği yoktu Yunus'un...

«— Attığın taş 
                        dediğin kuşu vurmuyor. 
       Dünya trene bindi. 
       Gayrı dünya öküzün boynuzunda durmuyor. 
       Elimiz ayağımız : öküz. 
       Çok zor olur öküzü satmak, 
                                   yarı ölümdür yani. 
       Öküz gitti mi korkulursun...»

Sattılar öküzünü Yunus'un...

«— Herhal yolların sonu göründü. 
       Bu olan işleri akıl almaz. 
       Toprak sabuna döndü 
                                           kayar insanın elinden. 
       Cümle mahlukatın mekânı vardır 
                                           kurdun mekânı olmaz. 
       Toprağın elinden kaydı mıydı 
                                          bir mekânsız kurt olursun...»

Kaydı toprağı elinden Yunus'un...

Cevizlerini Eylülde döker, 
yaprakları yeşil dururdu Kasıma kadar. 
Güneşte gölgesi hain olurdu. 
Yunus durmadan 
                            Yunus kaybettikçe onu düşünür, 
o, bir şey isteyip, bir şey sormadan 
rüzgârda konuşurdu kendi kendine...


Çocuklara ana, 
tohuma toprak 
ve karı lâzımdır erkek kısmına...


Bir kız kaçırdı Yunus : 
Çünkü düğün pahalı 
                kız kaçırmak ucuz...

Fakirin karısı kavi olmaz...

Ve bir gün 
Çerkeş yolu üzerinden 
sabah namazı ışıyıp geldiği zaman 
                                               giderlerdi. 
Yunus'un arkasında yuvarlandı yere, 
kırmızı peştemalının içinde ölüverdi...


Topraksız, öküzsüz ve kadınsız, 
kaldılar dünyada bir başlarına 
                               ceviz ağacı ile Yunus. 
Yalnızlık koydukça koydu Yunus'a. 
El toprağında ter döker oldu. 
Cevizi karanlıkta kaybolur sanıp 
uyumaz beklerdi sabaha kadar. 
Yalnızlık umrunda değil cevizin, 
toprağın içinde gider kökleri, 
dalları yukardan Yunus'a bakar...


Cevizden konsol yaparlar, 
topal Yunus ne işe yarar?


Zemheriler geldi barınamazsın. 
Cevizden konsol yaparlar. 
Gayrı daha fazla sürünemezsin. 
Sat Yunus cevizini...


Yün yorgan değil bu sarınamazsın. 
Cevizden konsol yaparlar. 
Bir cansız ağaçtır yaranamazsın. 
Sat Yunus cevizini...


Varlılar varsıza dokur mu kilim, 
vay cevizin hali, vay benim halim...


Mekânsız kurda mekândı. 
Cevizden konsol yaparlar. 
Yarı ağaç, yarı insandı. 
Sat Yunus cevizini...


Cenaze çırçıplak, kara uzandı. 
Cevizden konsol yaparlar. 
Kesildi dalları, dallar budandı. 
Sattı Yunus cevizini...


Varlılar varsıza dokur mu kilim, 
vay cevizin hali, vay benim halim...


Sabahın sahibi vardır. 
Gün daima bulutta kalmaz. 
Herhal ilerdedir 
                           yaşanacak günlerin 
                                                            en güzelleri... 
Şimdilik 
              sohbetimizde kederi : 
                                              kesilip 
                                                    satılmış 
                                                                 bir ceviz ağacının... 
  
  
 

16 Ekim 2013 Çarşamba

Sürekli



Sürekli yağdı yağmur
Uzakta bir kedinin miyavlaması duyuldu
Sen bütün kuş seslerini içine çektin
Ben bütün kuş seslerini içime çektim

İçimizde ne çok kuş sesi
Bekledik
Teneffüs zilini

Bir nefes alışı kadar bir sürede
Duyduk iliklerimizde
Yağmuru
Duyduk iç çekişlerimizi

Fotoğraflar masada sürekli
Pencerede buğu sürekli
Hiç geçmemiş gibi zaman

Sesimde şimdi
Sürekli olan sesin
Sürekli yürekli olman

Beklediğim
Sevdiğim
Özlediğim
Şimdi ve sürekli

15 Ekim 2013 Salı

Herkes, her şey ve her yer hakkında




her şey turuncu sanki
her şey bayram şekerinin az kalması gibi
her yer park
herkes hüzünlü biraz
bilinmeyen bir şey var bulutlarda
güz şarkıları söyleniyor
orhan veli'yi özletiyor İstanbul
saçları uzuyor kız kulesinin
her şey hüzünlü
simitçinin bakışından tutun da
çocukların ellerine kadar
nasıl kırılmışsa bir kalp
nasıl boynunu bükmüşse çiçek
nasıl ağlamışsa dede
herkes yarım 
ve her yer park
bilinmezliğini sevdiğim 
şu içimde kıpırdayan hüzün
yolculuğu sevdiren 
turuncu sanki şimdi denilen an
herkes buruk
orhan veli okuma zamanı
şarkılar hep güz şarkıları

5 Ekim 2013 Cumartesi

ANLAM İLACI



Gözlerini uzun süre kapalı tuttuktan sonra açtığında karşısında yeni bir dünyayı bulamayacağını bile bile gözlerini ve yüreğini kapatmıştı insanlara. Aç gözlerini ve yüreğini diye seslenenleri duymama konusunda ısrar ediyordu. Bu ısrarında yaşanmışlıkların izi vardı.  Adı Leyla.  Leyla’nın yaşanabileceklere güvenmesini istemekte ve ona umut vermekle doğru mu yapıyorum bilmiyorum. Bir yolu olabileceğini düşünmekle, çözüm önerilerini beraber düşünelim demekle saçmalıyor muyum bilmiyorum.
Bu işin uzmanı da değilim. Biz Leyla ile arkadaşız ve bu arkadaşlığımızda onun gözlerini kapatmasına tanık olmuş biri olarak onun olanaklara, geleceğe kızgınlığı beni üzüyor. Yardım etmeyi istemek de değil aslında. Onun en çok kendi kendine yardım edebileceğini düşünüyorum. Bir kafede otururken hararetle konuşan insanlara bakıp dudağını ısırmasını istemediğim için bu kadar çok üzülüyor olabilir miyim?
Aslında kendime üzülüyor olmam da başka bir ihtimal olabilir. Leyla’ya ne söylesem ve nasıl söylesem ikna edemeyeceğim düşüncesine kızıyor olamaz mıyım? Bu hayatta gözlerimi ve yüreğimi açmama değecek ne var diye sorarsa ona çiçeklerden, gökkuşağından falan bahsetmekten de ödüm patlıyor.  Yaşayıp gidiyoruz ve sen de öyle yap demek kadar yavan geliyor bütün söyleyeceklerim.

Leyla aşık olsa değişir mi diye düşündüğümde bile içinden çıkamadığım bir kocaman düğüm oluyor Leyla’nın bakışları, suskunluğu ve bulduğu çare.
Ben kimim ve niye yaşıyorum diye sormaya cesaret edemeyen insanların içinde Leyla’nın duruşu gayet kararlı ve olması gerekene yakın durduğu için belki de bu kadar karamsarım.
Leyla hayatını değiştiren bir kitap okusa değişir mi diye düşündüğümde aklıma okuduğum kitaplar geliyor. İşin içinden yine çıkamıyorum. Kaç kez ona çok anlamlı bulduğum şiirler okumayı denedim.
Leyla ile konuşmak için önce kendimi ikna etmeliyim belki de hayata, geleceğe ve gerçekleştirebileceğimiz düşlere.
Geçen gece Leyla’ya mektuplar yazmaya karar verdim.
Ona bu hayatı sevdirmek için değil de ona yanında olduğumu söylemek için mektuplar yazmaya karar verdim.
Çünkü bu hayat öyle boşu boşuna sevilecek, yaşanılacak bir şey gibi değil…
Anlam ilaçları yutup anlamlı anlamlı yaşayamayacağımıza göre önemli olan yaşamak da değil. Yanında olmak… Yan yana durabilmek.
Leyla onun yanında olduğumu belki göremez diye düşünürdüm eskiden olsa. Oysa şimdi mektup yazmaya başlayacağım.
Eczanelerde anlam ilacı olsa da insanlar hiç sıkılmasa, kaygılanmasa, kaybolmasa diye düşünürdüm eskiden. Şimdi ise yanında durma eyleminin gücüne ve değerine inanıyorum.

4 Ekim 2013 Cuma

Başka Türlü

Başka türlü olabileceğine inanmak önemli bir adımdır. Hayat acımasız seyrettiğinde bile başka türlü bir hayatın mimarı olabileceğimizi düşünürsek bunun için gerekli olanları yapmak da ağır ve zor gelmez. İnsan seçimleriyle var. Her seçim bir başka seçime yol açıyor. Koşullarla katı bir şekilde biçimlendirildiğimiz düşüncesi bana hiç doğru gelmiyor. İnsanın özgürlüğünden söz ediyorsak onun sorumluluğundan da söz ediyoruz demektir. İnsanın kendi içinde verdiği mücadelede amacı özgürlükse onu ayartacak küçük tatlarla, rahatlamakla ilgilenmek yerine mücadelesinin anlamını kavraması gerekir. 



Başka türlü olabileceğine inanmak ama bunun için çabalamamak acıdır.  Çünkü çabalarımız olmadan başka türlü olabileceklere hep uzaktan bakarız. Başka türlü olabileceklerin hep geçmişte ya da gelecekte olduğunu düşünürsek yaşadığımız andan ve o anı başka türlü yapmaktan vazgeçmiş oluruz. 

Kendi hayatımıza, başka hayatlara başka türlü olabileceğini söylememiz gerekiyor. 

Başka türlü bir dünya mümkün. 

Başka türlü bir ömür mümkün.

Başka türlü bir ömrü hiç acısız, kaygısız, korkusuz bir ömür olarak düşünmüyorum. Başka türlü bir ömür acıların dönüşümler yarattığı bir ömür olabilir. Başka türlü bir hayat olarak aklımdan cennet gibi bir yer geçmiyor. Olumsuzluklara rağmen anlamlı mücadelelerin  ve değerli paylaşımların ve kendimizi gerçekleştirme olanaklarımızın olduğu bir hayattır aklımda olan.