15 Eylül 2020 Salı

Bir Ömür Bilgi Peşinde...

 


Bilgi peşinde koşmak güzel. Bilgi edindikçe daha çok bilgi edinmek istemek ve bu durumdan hoşnut olmak, bilginin bizi güzelleştirmesi, değiştirmesi… Öğrenmek için bin türlü zahmete katlanmak hayatın en önemli amacı haline gelmişse kişi değişir, gelişir. Kişi geliştikçe öğrenme tutkusu yaşamında önemli bir yer alır. Belirli bir konuda bilgi edinmek ve daha sonra onunla ilişkili bir başka konuda bilgi edinmek sürecinde kişi  önüne geçemediği bir istek duyabilir. Bazen de edindiği bir bilgiyi daha önceden bildikleriyle öyle yaratıcı bir tarzda bir araya getirir ki insanları şaşırtabilir.

Bilgi peşinde koştukça  yaralanan, yaralarını saran ve yeniden koşmak için tam anlamıyla yaranın iyileşmesini beklemeyen ve yaranın hep açık kalacağını bilen, sızlayacağını bilen kişi hareketsiz kalmayı seçmemiştir. Bilgi peşindeki kişi çok yorgun düştüğünde, soluklandığında da bilgi ile dinlenmeyi seçer.

Bilgiyi yaratıcı bir tarzda yaşamına işleyen kişi o bilgiyi yıllar geçse de hatırlayabilir. Bir konuda bilgi birikimine sahip olmak için çok okumak, okudukların üzerinde düşünmek ve eğer olanaklı ise tartışmak ve o bilgiyi yaratıcı bir tarzda yaşamına işlemek gerekir. Eğer olanaklı ise bir konudaki bilgi birikimini başka bir konudaki bilgi birikimi ile ilişkilendirmek de onları kalıcı hale getirir.

Bilmek öyle bir eylem ki insan o eylemin yaşamına kattıklarının farkında ise vazgeçemiyor ve hatta pek çok şeyden fedakarlık ederek bilginin peşinden koşmayı sürdürüyor. Özellikle bu dönemde bilgi edinmek için  koşmak yetmeyebiliyor, bisiklete binmek ve yüzmek de gerekiyor.

İsterim ki bilgi edindikçe edinme isteği insanların peşini bırakmasın. Bilginin güzelliğini, gücünü ve ufuk açıcı olduğunu her insan fark etsin. Bilgiye doymayan kişiler  zahmete katlanma gerekliliğini hissetsin ve “ne gereği var!” sorusunu aşabilsin.  Zahmete katlanmak, yaralanmak ve bilgiye ulaşmak sonucunda yaşanan inanılmaz duygular var.

Bilmediklerimizin her daim daha fazla olacak olması bilginin gücünü de bizim gücümüzü de azaltmaz. Öğrendiklerimizin  iç dünyamızı şekillendirmesi ve iç dünyamız şekillendiğinde yeni bilgilere ihtiyaç duyması sonucunda gelişiyoruz. Bilgi edinmek için yaşama ilgi duyabilmeli, merak edebilmeli ve bilgilerimizi kendimize saklamak yerine paylaşabilmeliyiz. Yaşama her birimiz ilgi duyuyoruz belki ama sorular sormuyoruz. Her birimiz merak ediyor olabiliriz ama merak ettiğimiz şeyler veya cevap aradığımız konular bizim ufkumuzu açıyor mu?

Yasemin Şenyurt


 

14 Eylül 2020 Pazartesi

Arkadaş

 


Hayat bir sürpriz düşü kurmakla başlasa ve düş kırıklıklarından kendinizi tanıyamaz hale gelseniz de sürprizlere inancınızı yitirmemişseniz arkadaşlarınız sayesinde. Hayat dersler verirken acımasız olsa, sabahları bütün vücudunuzda ağırlık, uyuşukluk hissetseniz de çalan telefon, açılan kapı, gelen mektup ile yüzünüz gülüyorsa arkadaşlarınız sayesinde. Kendinize kızdığınızda arkadaşınız kendinize karşı anlayışlı olmanızı söylüyor ve yüzünüzde gülümsemelere yol açıyor mu? Sözcüklerle ifade edemediğiniz bir düşünceyi yüzünüzden okuyor mu? Yanınıza gelip bir fincan kahve içiyor mu? Yanınızda olamasa da varlığını bir fotoğraf, bir mesaj ya da anılara dayanan bir espri ile hissettiriyor mu?

Mesafeler, yıllar ve sorunlarla daha da güçleniyorsa bağlarınız ve bu bağları kaybetmekten kendi yaşamınızı kaybetmekten daha çok korkuyorsanız kendinizi şanslı sayabilirsiniz. Sürekli bir şölene dönüşüyorsa görüşmeleriniz, kahkahaların içinde neler sakladığını, yarım kalan cümlelerin nasıl tamamlandığını ama o anda yarım kalması gerektiğini biliyorsanız ve ayrılıkta burnunuzun direği sızlıyor, kavuşmalarda kısa bir şaşkınlıktan sonra araya yıllar girmiş olsa da koyu bir sohbete dalıyorsanız ne mutlu…

Birbirinizi anlamışsanız, anlamak için emek vermiş ve anlaşmazlıkların içinden geçe geçe birlikte nasıl daha iyi olduğunuzu keşfetmişseniz daha güzel bir hediye olabilir mi? En güzel sürprizleri arkadaşlar yapar.

Maske takarak birlikte yürümüş, midye yemiş, çay içmiş olabilir ve  çayın içine görünmeyen gözyaşları akıtmış olabilirsiniz. Maske taktığınız için bunalmış olsanız da bir koro gibi şarkılar söylemişsinizdir birlikte veya bir tuale birlikte inanılmaz güzel mavi, beyaz bir bulut çizmişsinizdir. İnsanlar sizin konuştuklarınızdan bir anlam çıkaramaz olsa da sizin için en anlamlı sohbet gerçekleşmektedir.

Birbirinizin kederlerini sırtlandığınız, hayata birlikte gol attığınız, boğazınızdaki düğümü birlikte çözdüğünüz kişidir arkadaş. Bir kase zeytinin dünyanızı değiştirmesidir. Bir yorgunluğun birlikte atılmasıdır. Yolculukları göze almaktır. Kırgınlıkları anlaşılır hale getirebilme ve birbirimizin gönlünü alabilme meselesidir arkadaşlık belki de…

Birlikte söylenen bir şarkının kırk yıl hatırı olmasıdır.

 

Yasemin Şenyurt

 

13 Eylül 2020 Pazar

Kitaplara Bağlanmak

 




Kitapların arasına koydum kendimi. Kitapların arasından göz kırptım, nefes aldım. Bazen başa tekrar tekrar dönerek, bazen bir cümlenin altını defalarca çizerek kendime yolculuklar hediye ettim. Yolculuklar ki soluksuz bıraktı… Bazı kitaplar vardı, tekrar tekrar çağıran sayfalarına. Bazı kitaplar ise yaşamıma aniden girdi, izler bıraktı ve o izler  sayesinde anlam buldum. Bir kitabın beşinci sayfasından ileri gidemediğim de oldu. Bir kitabın beni hallaç pamuğu gibi savurduğu da oldu. Bazen de öyle bir kitap okudum ki yaşadıklarıma yeni bir çerçeve kazandırdı. Bazen bir yazarı/bir şairi öyle çok sevdim ki bütün kitaplarının ışığında görmeye çalıştım cümlelerini.

Bir gün geldi ve o gün ben kitap okuyamam herhalde dedim, durdum, umutsuzdum. Cümlelerden paragraflara ve paragraflardan cümlelere döne döne bir öykünün sonuna geldiğimde “okuyabiliyorum” dedim ve rahat bir nefes aldım. Öyküden öyküye uçarken aklımda yer etti bir cümle ve öyle güçlü yerleşti ki yaşamıma… Öykü okumak öyle iyi geldi ki sorunlara.

Bir şiir geldi davetsiz mi davetsiz, açıldık birlikte geleceğe. Bir şiir geldi huzursuz mu huzursuz, kapandı televizyon, sustu içimdeki efkar. Şiir bir koşu geldi, soluk soluğa, dinlendik birlikte deniz kıyısında. Şiir oyunlar getirdi bana, sözcükler, çağrışımlar ve inanılmaz güzellikler… Şiir düşünceli düşünceli baktı, gözyaşları içinde kaldım. Şiir bu dünyaya itiraz etti, kabalıklara, kötülüklere ve zalimlere. Şiir yüzünden ağaçlara sarıldım, denizi kokladım, yaprakların renklerinde büyülendim. Şiir yüzünden unutulmaz anlar yaşadım.

İpuçları verdi bir şiir. Ayna oldu başka bir şiir. Ok gibi saplandı bir başka şiir. Özgür olduğumu hissettirdi, sorumluluğumu hatırlattı, büyüttü… “Gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk” dedi bir şair, “hiçbir yere gitmiyor” dedi hemen sonra. Kar tanelerinin arasında geldi bazen. Bazen güneşe saklandı ama hep bana ulaştı dizeler.

Kitapların kapaklarına mı, içindekilere mi, hissettirdiklerine mi yoksa kokularına mı bağlandım bu kadar? Ayırt etmek imkansız belki de. Anladım ki kitapsız yaşayamam. Anladım ki yanımda her daim kitaplar. Bağlanmak öyle doğru bir tanımlama ki…

Bir kitap öyle bitti ki beni havada bıraktı. Bir kitap öyle başladı ki bana yazmam gerektiğini söyledi. Yazmak, yaşamak, okumak sayesinde bugünlere gelebildim. Okuma eyleminin esrime ile ilişkisi olduğundan eminim. Okuma eyleminin insana kökler hediye ettiğini biliyorum.

 

Yasemin Şenyurt


Sırtımızdaki Formanın Hakkını Vermek

 



Hakemin kırmızı kartla futbolcuyu oyundan çıkarması gibi kendimi yaşamdan çıkarma girişimlerim oldu. Kendime kırmızı kart gösterdim ama tam anlamıyla oyundan çıkarmadım. Oyun devam ediyor ve ben artık kendime kırmızı kart göstermiyorum. Oyunun kurallarına uyarken zaman zaman çok zorlansam da devam ediyorum, sırtımdaki formanın hakkını veriyorum.

Yaşamdaki arayışımız, mücadelemiz sürerken, garip davranabiliriz. Garip davranışlarımıza kimse akıl sır erdiremeyebilir. Kendi kendimizi yadırgayabilir ve suçlayabiliriz. Kendimizi suçlamamızı gerektiren bir şey olmadığı halde kendimize cezalar verebiliriz ve bu cezalar ölümden beter olabilir.

Kendimizle iyi bir iletişim kurmak çok geç aklımıza geldiğinde pişmanlık duyabiliriz. Suçlu hissetme, kendi kendimizi cezalandırma ve pişmanlık duyma sürecinin bir yerinde durup, güçlü bir şekilde kendimizle barışmak elimizdedir. Kendimizle barışmak için geçmişin, düş kırıklıklarının, başarısızlıkların bizi zehirleme gücü olmadığını ama bakış açımızı değiştirmezsek zehirlenebileceğimizi anlamak durumundayız.

Bakış açısı nasıl değişir? Kendimize dair bakış açısını değiştirmek için belki de yapmamız gereken en önemli şey; olumlu yönlerimizin farkına daha çok varmaktır. Zorluklar karşısında baş etme stratejilerimize yenilerini katmaktır ve sırtımızdaki formanın hakkını vermek için antrenman yapmak, maçlara çıkmak ve pes etmemektir. Bir maçta kötü oynadığımızı sürekli aklımızda tutmak yerine önümüzdeki maçlara bakabiliriz. Maçın kaderini değiştirecek olanın biz olduğunu düşünmek yerine futbolun bir takım oyunu olduğunu düşünebiliriz. Kuralların sorgulanabilir olduklarını hatırladığımızda veya mutlak kötü olmadığı gibi mutlak iyinin de olmadığını aklımızda tuttuğumuzda hem yaşama hem de kendimize ilişkin bakış açımız değişecektir.

Bakış açısının değişmesi bazen de beklenmedik bir şekilde olur. Bir rüya görebilir ya da bir arkadaşınızla dertleşirken körü körüne inandığınız bir şeyin öyle olmayabileceğini anlayabilirsiniz. Bir sınavda başarısız olabilir ve o başarısızlığın hayatın sonu olduğunu düşünürken hayatınızın yeni başladığını deneyimleyebilirsiniz. Risk almak isteyebilir ve bilinmeze doğru yelken açabilirsiniz, türlü türlü tehlike atlattığınız halde bu yolculuk yaşamınızı güzelleştirebilir.

Kendimize iyi davranmak için herhangi bir günü seçebilir ve o günden sonra güzellikleri arzulamaktan, hayal kurmaktan utanmadan yaşamımızı değiştirebiliriz. Kendimize iyi davranmak için özel bir günü beklemeye gerek yok. Kendimizi iyi hissetmek için başarılı olmayı beklemek yerine içinde bulunduğumuz anda kimsenin fark etmediği bir ayrıntıyı görebiliriz ve bu ayrıntı da bize iyi gelebilir. Ayrıntıyı görebilme ayrıcalığı da bizim ayaklarımızı yerden kesebilir, dünya ile ilişkimizi ayrıntıları görebilmek üzerine kurabiliriz.

Sırtımızdaki formanın, kalbimizin ve aklımızın hakkını vereceğimiz günlere…

Yasemin Şenyurt

Eylül 2020 

11 Eylül 2020 Cuma

Kendimi Merak Etmek

Yasemin Şenyurt


Kendimizden haberimiz var mı? İçimizde olup bitenleri, çevrenin üzerimizdeki etkilerini ve dış dünya ile iç dünyamızın birbiri ile etkileşimleri sonucunda nasıl bir insan olduğumuzu bilebiliyor muyuz? Ben nasıl bir insanım sorusuna cevap verirken dünyanın bizi nasıl sınırladığını – zaman, güç, koşullar- ve aynı anda bazı sınırlarımızı ortadan kaldırdığını anlıyor muyuz? Ben nasıl bir insanım sorusunu soruyor muyuz ve nasıl cevaplıyoruz?

Fiziksel özelliklerimizi anlatmak, mezun olduğumuz okulları söylemek ve becerilerimizden bahsetmek söz konusu olunca susmak bilmiyoruz, söz konusu olan iç dünyamız olduğunda sessizliği tercih ediyoruz. İç dünyamızda olup bitenlerin kayda değer olmadığını düşünmek bizim en büyük yanılgımız. İç dünyamızdaki çatışmaları anlatırsak bizi kaba, kusurlu ve belki de kötü bulurlar düşüncesi de bir başka büyük yanılgı.

Kendimizden tam anlamıyla bahsetmek istediğimizde karşımıza “bir dolu iş”, “daha ciddi meseleler” geliyor zannediyoruz ve “daha ciddi işlere” zaman ayırıp, ne yazık ki iç dünyamızın üstünü her gün biraz daha örtüyor, kapatıyor ve görünmez hale getiriyoruz ki bize engel olmasın, başımıza dert açmasın!

Kendimizi anlamadan- nerede olduğumuzu bilmeden- yaşamın anlamlı olmasını bekliyor ve hedeflediğimiz yerlerin güzelliklerini öve öve bitiremiyoruz. İçinde bulunduğumuz durumu da içimizde bulunan durumu da görmezden gelerek dünyaya sövüyor ve başka bir zamanda, başka bir ülkede, başka bir gezegende yaşasaydık bu denli yorgun ve mutsuz olmayacağımızı söylüyoruz. İçimizde bulunan durumu- anılarımız, hayallerimiz, çatışmalarımız, tanımlarımız- anlamak isteğinin “boş” olduğunu düşünüyoruz. Belki de kendimize en büyük haksızlığı bu şekilde yapıyoruz.

Kendimizi tanımanın “boş”, “önemsiz” olmadığını gördüğümüzde duygularımıza, düşüncelerimize değer verdiğimizde ve ikilemlerimizi, kararsızlıklarımızı karşımızda duran değerli olanaklar kavradığımızda dünyaya sövmekten vazgeçeceğiz. Kararsızlık, ikilem ya da çatışmalar, insan olmanın gereği olarak zihnimizi çok meşgul edecek, kalbimizi çok yoracak ama kendimizi anlamamızı sağlayacak.

Kendimizi sadece başkalarından dinlemek yerine başkalarının bizim hakkımızdaki düşüncelerini dinleyerek ve onları eleştirel bir gözle değerlendirerek övgüleri, eleştirileri yerli yerine koyabiliriz. İç dünyamızda olup bitenleri en iyi biz bildiğimiz halde başkalarının değerlendirmelerini de işin içine katmalıyız. 

Dünya ile etkileşimlerim bana nasıl bir insan olduğumu söyleyebilir, hatalarımı farklı bir bakış açısından gösterebilir, gelişmemi sağlayabilir. Kendimi ifade ettikçe, “gerçekten” nasıl olduğumu söyledikçe, iç dünyamı geçiştirmediğimde ve başkalarının da iç dünyalarında neler olup bittiğini dinledikçe bu dünyada belki de en çok ihtiyaç duyduğum şeye ulaşırım. Kendimi, başkalarını daha iyi anlarım. Anlamak için daha çok çabaladığımda genellemelerden kurtulur ve her insanın öyküsüne saygı duyarım.

Kendimi, iç dünyamı anlatırken de anlayabilirim veya anladıktan sonra da anlatabilirim. Bazen de kendimi anlatmak ve anlamak aynı anda gerçekleşir. İç dünyamızı tanımaya başladığımızda ve bunun için emek verdiğimizde, disiplinli olduğumuzda, yılmadığımızda dünyanın bana koyduğu sınırlara yeni anlamlar vereceğimizi de bilmemiz gerekir. Zamanın ve gücümüzün sınırlı olduğu gerçeğine karşı iç dünyam bana yaratıcı gücümü hatırlatabilir.

Eğer nasıl olduğumuzu anlatmak bize korku, sıkıntı veriyorsa büyük ihtimalle bunun nedeni uzun zamandır iç dünyamızın perdelerini açmamış ve güne başlamamış olmaktır. İç dünyanın perdesini açarken düzensizlikten, karmaşadan korkabiliriz ama bu korkuya rağmen perdeyi açıyorsak merak ediyor olmalıyız. Kendimi merak ediyorum ve bu merak o kadar iyi bir şey ki…

Yasemin Şenyurt

12.09.2020

 

 

 

10 Eylül 2020 Perşembe

Yaşamı Şekillendirmek





“Dünya, büyük varoluşçu felsefeci Karl Jasper’ın söylediği gibi, çözmek zorunda olduğumuz bir şifreyle yazılan bir kitap değildir: Hayır, dünya yazmak zorunda olduğumuz bir defterdir. Bu defterin dramatik bir yapısı vardır, çünkü yaşam günbegün bize sorular sorar, bizi sorgular ve cevap vermemiz gerekir.”

V. Frankl

 

İnsan  iç dünyasından ve kurduğu ilişkilerden yola çıkarak yaşamı ile ilgili sorgulamalara girişir. Sorgulamalar esnasında  yaşamın anlamı hakkında ya da  kendisinin kim olduğu sorusu üzerinde durabilir, bu dünyada neden varolduğunu anlamlandırabilir. Bizi eyleme, hayal etmeye, iletişim kurmaya, yaratmaya davet eden bir armağandır yaşam. Doğmuş olmak ve ölecek olmak üzerinde düşündüğümüzde sınırlı bir zaman dilimimiz olduğunun farkına varmak mümkündür. Zaman sınırlılığımızı aşmak söz konusu olmasa da bu sınırın farkında olduğumuzda günleri ve geceleri boşa harcamaktan kurtuluruz. Doğum ve ölüm olgusu bizi sınırlı bir zaman dilimine hapsetmiş gibi gözükse de duruma farklı bir pencereden baktığımızda bu zorunluluklar  yaşamımıza şekil verme düşüncesinin altını tekrar tekrar çizmektedir. Zamanımızın sınırlı olduğuna dair farkındalık bütün zorlukları yaratıcı bir gözle ve cesaretle  ele almamızı sağlar. Sınırlı bir zaman diliminde yaşadığımız gerçeği ışığında zorluklar; ilişkileri, iletişim kurma tarzımızı, hayallerimizi, hedeflerimizi yeniden değerlendiren dönüştürücü güçlerdir.

Ölecek olduğumuz düşüncesi bizi oyalanmaktan, boşa harcanan zamandan ve ertelemek alışkanlığından uzaklaştırır. Ölecek olmamızın farkındalığı aynı zamanda zorlukları görme tarzımıza etki eder. Zorlukları baş belası deneyimler olarak tanımlamamıza itiraz edebilecek en önemli şey; sevdiklerimizin ve kendimizin  ölümlü olduğu gerçeğidir. Ölüm gerçeği  zorlukların anlamı üzerinde düşünmeye davet eder. Yaşamdaki zorlukların  anlamı üzerinde yüzeysel olmayan bir şekilde düşündüğümüzde kendimizin en temelde ihtiyaç duyduğu şeyleri ve geçmişimizi anlayabilir, geleceğe yön verebiliriz.   

Zorluğun dönüştürücü gücü vardır çünkü değişimin şart olduğunu anlamamızı sağlar ve bizi harekete geçirir.  Bir sihirli değneğe sahip değiliz, olağanüstü bir varlık dileklerimizi gerçekleştirmek için uğraşmıyor ve önünde sonunda masalda olmadığımız gerçeğine uyanıyoruz.  Ağır ağır da olsa, acı, üzüntü, öfke de duysak yüzümüzü yıkıyoruz. Uyanış diye tanımladığım bu süreçte alışkanlıklarımızdan vazgeçebiliyor ve kendimizi daha iyi tanımaya başlayabiliyoruz.  Bu süreçte hayal gücünü yaşamımıza daha çok davet edebiliyoruz.  

Yüzümüzü yıkıyoruz. Kim olduğumuzu, yaşamımızın anlamını, ölümün ve zorlukların anlamını düşünüyoruz. Anlam yaratıyoruz, yaşamımıza şekil veriyoruz çünkü insan ifade olanakları açısından çok şanslı bir varlık. Bu olanakların farkına varması da bu olanakları sorgulayabilmesi de yaşamını değiştiriyor. Kendimizi ifade etme araçlarımızın zenginliğine rağmen susmayı, üretken olmamayı tercih edebiliriz ve yaşamımıza şekil vermek istemeyebiliriz. Anlaşılmadığını ya da kendini anlatamadığını hissetmek, dile getirememek insanın umudunu, cesaretini, hayal gücünü elinden alabilir. Böyle bir durumda bile  zamanımızın sınırlı olduğu, gücümüzün sınırlı olduğu noktasından hareket etmeye başlayabiliriz. Güçsüz hissettiğimiz gerçeğini inkar etmemek ve güçsüz hissettiğimizi ifade edebilmek, içimizi açabilmek bir başlangıç olabilir. Başlangıçların yarattığı bir istek vardır ve bu istek iyiliklere ve güzel şeylere odaklanmaktır.

Zorlukları belki de büyüteç olarak düşünebiliriz. Zorluklar iyi ve güzel şeyleri daha yakından incelememiz için bir büyüteç görevi görürler.  Güzelleştirdiğimiz her an, her sohbet, her bahçe, her yemek ve her yazı bize bir şey söylemektedir ve bizi bir bütün olarak kabul etmektedir. Bütün olabilmek için parçalarımızı toplamanın ötesinde bir şeyler yapmalıyız. Bu şeylerden en önemlisi ve belki de en çok emek isteyeni; yaşamı şekillendirmektir. Karalama olarak gördüğümüz zorluk karşısında, uçurumun kenarında hissettiğimizde yaşamımızı şekillendirmek kolay değildir ama bir şiir bize tam da ihtiyacımız olan gücü vermek için inatla kitabı açmamızı beklemektedir. Saatlerce boş boş baktığımız kağıt ve sıkıntıdan ısırdığımız kalem belki de henüz yazılmamış olanların heyecanını duyurmaktadır.

 

Yasemin Şenyurt

10.09.2020


 

4 Eylül 2020 Cuma

GÜL





Aklımda uçsuz bucaksız hayaller

Hayallerde ada
Adada öykü
Öyküde yaşama sevinci

Aklımda sıcacık ekmek
Köşesinin içinde biraz peynir
Peynirin tadında 
Ekmeğin sıcağında sonbahar

Aklımda cümleler
Kızılay'da bir an durmak
Durmakta durmak
Durmak da durmak
Hiç duraksamadan

Aklımda anılar
Anılarda mucize
Mucizede gül
Gül 

Yasemin Şenyurt
04.09.2020 

3 Eylül 2020 Perşembe

Hayal Kahramanı







 

Sepetinde şato taşır

Bir hayal kahramanı

Sepetinde hazine

Gerçeği kabuğundan ayırırken
Terler döktü dökmesine ama 
Başardı sonunda

Sepetinde zehirli bir şey yok
Sepetinde sihirli bir şey yok
Varsa yoksa sözcük hazinesi 

Yasemin Şenyurt

04.09.2020 
Ankara

Güzel Güz




 çaydan o kadar çok tat alıyordum ki

yorgunluk bana mısın demiyordu
yanında ne şeker
ne sigara
varsa yoksa güzel güz

çay göz kırpıyordu
bardak filan değil
kokusuyla rengiyle
bildiğimiz çay

yanında bir defter
kalemler yeni açılmış
ne şarkılar
ne sokak
ne en sevdiğim o park

varsa yoksa çay
bardaktan taşıp
gözlerimi iyileştiren
bildiğimiz çay

yasemin şenyurt
03.09.2020