6 Eylül 2012 Perşembe

Gökyüzüne Doğru


Fotoğrafını çekebileceği binlerce nesne ve milyarlarca olay içinde neden o bavulu seçmişti? Gökyüzüne doğru yürüyen ağacın köklerindeki sarı eski bavula nasıl olup da gözü ilişmişti? Fotoğraf makinesiyle beraber gezmeye çıkmıştı o gün de. İşsiz güçsüz olunca zamanla ilgili pek derdi kalmıyordu insanın. Zamanla ilgili derdi kalmayınca da gündüzler ve geceler benimseyebildiği kadar kendisine ait oluyordu. Sokaklar, çeşmeler, okullar, köprüler ve batan güneş ona kendini açıyor ve o da onlarla fotoğraf makinesi aracılığıyla konuşabiliyordu.



O gün de gökyüzüne doğru yürüyen ağaca hayretle bakıyordu. Hayatında ağaç ve yaprak nedir bilmemiş biri bile onun kadar incelemezdi ağacı. Onun kadar hayretle dokunmazdı. Hayata ve hayattaki her olaya hayretle dokunabilmek için çaba göstermiyordu. Başka türlü yapmak elinden ve içinden gelmediği için hayretler içinde kalıyordu. Sakar, beceriksiz, dikkatsiz demelerine aldırmıyordu. Onun dikkat ettikleri diğerlerini ilgilendirmezdi. Diğerlerinin dikkat ettiklerine de o aldırış etmiyordu. Sorunu çözmüş müydü bilinmez ama bazı çözümlerin insana ölüm kadar soğuk geldiğini ve insanı ölüm kadar kaskatı kestiğini biliyordu. 

Çakıl taşları, denizyıldızları, kırmızı yapraklarla dolu bir iç dünyası vardı. Dışarıda özellikle kırmızı yaprak gördüğünde onu eline alır, koklar, dakikalarca seyreder ve ona içindeki kırmızı yapraklardan birini anlatırdı. Kırmızı yaprakların ona göre insanlardan çok daha derin iç dünyaları vardı.

Sonbahardı. Başka bir şehre gitmek aklının ucundan geçmiyordu. Gidenlerin ardından el sallamış ve bu şehre ait olduğunu çoktan anlamıştı.  Bu şehre aitti. Bu şehirde işsizdi, güçsüzdü ve belki de kimsesizdi. Yine de  - büyük konuşmayı sevmediği halde- bu şehirden ve anılardan onu koparmak isteyenlere karşı nasıl güçleneceğini biliyordu.

Gitmek fikri aklında olmayan bir insan için boş ve eski ve sarı bir bavul nasıl olur da fotoğraf konusu olur? Hep gittiği için belki de. Hep uzaklaşanlara doğru yaklaştığı ve o yaklaştıkça onlar daha çok uzaklaştığı için…

“İki kapılı bir handa/ Gidiyorum gündüz gece” 

Yaşamın merkezinde ölüm mü var? Yaşama yakınlaştıkça insan ölümü hissediyor. Kalmak için direndikçe bavullarla karşılaşıyor. Eninde sonunda bir gün boş bir bavulla ayrılacağız buradan ya da oradan…

Orası derken ne demek istedin diyor bir okur. Başka bir okur bedenimiz boş, eski ve sarı bir bavul mudur diyor? Bazı çözümler ölüm gibi. Sorularla kalabilsek...  Bir şehre kök saldığımızda dallarımızın gökyüzüne yolculuğunu unutmasak…




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder