"Bachmann'a
göre İkinci Dünya Savaşı'nı izlemiş olan 'savaş sonrası' dönemi, belki ilkinden
de korkunç olan bir savaşın yaşandığı dönemdir. Bu savaş artık cephelerde, dış
dünyada değil, insanların iç dünyasındadır; en büyük hedef insanları iç
dünyalarında yıkmaktır. Bu yıkım ve cinayetler, artık tarihin belli
dönemlerinde değil, günlük yaşamımızda yer alır. Bachmann'a göre insanın insanı
manevi açıdan, sevgisizliklerle, türlü yaralamalarla öldürüşü, gerçek cinayetleri
oluşturur; boyutları daha geniş olan sonraki tüm cinayetlerin, büyük kıyımların
temeli, bu günlük cinayetlerde aranmalıdır."
Zeynep
Köylü
Bir şeyin adı olması, bir kişinin ismi olması baştan beri alıştığımız bir şeydir. Öyle olmasaydı dünya daha yabancı, daha karmaşık gözükebilirdi. Elbette bu rahatlığın da bir bedeli var. Kişi kendi ismini söyleyebilir ya da yazabilir hale geldiğinde ne yazık ki yaşamının duvarlarını da örüyor, çatlakları göremeyecek kadar bu duvarları örme işiyle meşgul olanlar dünyaya teslim oluyor.
Yazmak; en başta kendi adını, soyadını,
yaşını, cinsiyetini, ülkeni, ruh halini, bulunuşunu yeniden tasarlama meselesi
değil mi? Eğer bunları yeniden tasarlama cesaretimiz yoksa cümlelerin ve hayal
gücünün yaşamımızda sıradan bir yeri olur.
Malina'yı okurken başım döndü, gardroba
saklandım, su püskürttüm, sabunlu suyu kabloların üzerine döktüm ama sanırım
Bachmann'ın başkaldırısının yeteri kadar farkına varamadım.
Her birimizin katil olduğunun
farkındalığı ciddi bir biçimde yaşamımı etkiledi. İnceliğe ve derinliğe karşı
işlediğimiz suçlar yüzünden savaşların olduğunu düşündüm. Birbirimizi
anlamayarak, dinlemeyerek, duymayarak nasıl da öldüğümüzü/öldürdüğümüzü
duyumsadım.
Bir yargıya varmak kolaydır. Özne ve
yüklem bunun için yeter. Bir anlamın içinde başka anlamlar saklamak ise
"hayretle yaşamayı" ve "hayretle yazmayı"
istiyor/gerektiriyor.
Bu dünya hangi cümlemi alamaz? Annem ve
babam hangi cümleme dokunamaz? Hangi cümlem ışıl ışıl kılar anılarımı? Hangi
cümlede ben varım? Bir kitabı bir adam için yazmayı istediniz mi? Kitapları
okşayarak uyudunuz mu? Aşkın tek/iki/üç kişilik olmasının ya da olmamasının
önemi var mı? Varoluş gerçekten anlamlandırabilir mi? Savaş ve cinayetler
olmasaydı...Tecavüz ve gaddarlık olmasaydı belki...
Cümlelerinizi yarıda bırakabilir
misiniz?
Mektuplarınızı yarıda bıraktınız mı?
Yazmayı yarıda bırakabilir misiniz?
Yaşamınızı...
Sıkı sıkıya sarıldığınız dilbilgisini
yok sayarak ölüme yaşayabilir misiniz!
Malina: Yaşama/yazına/ölüme başkaldırı.
Onca iş, güç, eğlence, zorluk, gürültü içinde bir an/bir ömür durup NİÇİN diye
sorabilir ve hayretler içinde kalan dünyaya bir biz/siz ben yaşadı
diyebilir misiniz?
Adımı yazıyorum/söylüyorum ama emin
değilim, bu ad benim mi?
Hayalgücünün bana hediye ettiği özgürlük
sayesinde şüphenin zehir ve panzehir olduğunu düşünüyorum. Her şeyden eminseniz
her şey yoluna girer. Bir şekilde her şeyin yoluna girmesi gerekliliği ile
meşgul olursanız aklı başında ya da düzgün cümleler kurarsınız.
Aklınızın/ruhunuzun gıdıklanmadığı bir hayatınız olur. Bu hayatın yoklamasında
mevcut, çalışkan ve uslusunuzdur. O kadar mevcutsunuzdur ki namevcutlar ve geç
kalanlar, çok geç kalanlar sizi ilgilendirmez.
Bir adın varlığını ve bir cümlenin
kuruluşunu ya da kurulmayışını sorgulamamış ya da üzerinde düşünmemişseniz
cinayetleri soğukkanlılıkla işlemeye devam edersiniz. Tercihiniz hep
dilbilgisinden, tamlıktan, bütünlükten ve müfredattaki hayat bilgisinden yana
olmuşsa ve dersleri hiç asmamışsanız; yaşamı, yazmayı,ölmeyi anlayamaz ve
anlamlandıramazsınız.
Yarım bir adım ben Malina'yı
okumuş.
Yarım bir yaşamım ve tam olmak ile
meşgul olamam.
Yasemin Şenyurt
28.01.2018
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder