Nietzsche’nin Bengi Dönüş
düşüncesi benim yaşamımı şekillendiren önemli unsurlardan biridir. Bu düşünceye
göre kişi şu anda seçtiği eylemi, yaşamı bin kez yaşayacak olsa yine seçip
seçmeyeceğine göre karar vermelidir.
Böyle bir soru sormayı çoğu zaman unuturuz. Bin kez yaşayacak olsam yine
bu seçimi mi yapardım sorusu önemlidir. Bu soruyu okuyacağımız kitaplar için de
sorabiliriz. Bin kez yaşayacak olsam Kurtlarla Koşan Kadınlar kitabını okumak
isterdim ve okudum.
Kurtlarla Koşan Kadınlar
kitabını okurken yaşamımın farklı dönemlerinde yaptığım seçimleri sorguladım.
Kitap beni farklı yolculuklara çıkardı. İnsan ilişkilerinden kendimle olan
ilişkime ve kararlı olduğum, ısrar
ettiğim, vazgeçmediğim tüm anlara doğru…. Hayat/Ölüm/Hayat döngüsünü,
yaratıcılığın önemini, bizi kendimiz olmaktan alıkoyan şeyleri, eve dönüşü bu
kitapla beraber daha iyi kavradım. İçime işleyen cümleleri oldu yazarın.
Yaşamımdaki öncelikleri daha iyi görmemi sağladı.
Sevgi konusunda
öğrendiğim en önemli şey şu cümlelerde gizli: “Kimi zaman Hayat/Ölüm/Hayat
doğasından kaçanlar, sevgiyi sadece bir lütuf olarak düşünmekte ısrar ederler.
Ancak, en tam halinde sevgi, bir dizi ölüm ve yeniden doğumdur. Sevginin bir
evresinin, bir yönünün gitmesine izin verir ve bir başkasına gireriz. Tutku ölür
ve geri gelir. Acı kovalanarak uzaklaştırılır ve başka bir zaman tekrar yüzeye
çıkar. Sevmek- hepsi de aynı ilişkide olmak üzere- sayısız sonu ve sayısız
başlangıcı kucaklamak ve aynı zamanda bunlara göğüs germek demektir.” (Estes, 2016, s. 182)
Bu bir dizi ölüm ve
yeniden doğum ile karşılaştığım halde sevginin bitmek tükenmek bilmeyen
güzelliklerle dolu olduğunu düşünmekte ısrar ediyordum. Bu ısrar yüzünden de
ölümler karşısında kendimi yıpratıyor, yeniden doğumlara inanmıyor ve bir
yerlerde hata yaptığımı düşünüyordum. Bu bakış açısı değişikliği ile birlikte sevginin bazı yönlerinin gitmesi
gerektiğini ve buna izin vermem gerektiğini anladım.
Günümüzde sevmek, umutlu
olmak, iyimser olmak dediğimizde hep olumlu şeyler düşünmekteyiz ve hatta bu
olumlu şeylerin en olumlu şeyler olması gerektiğine inanmaktayız. Bu yanılgı
yüzünden umudun içindeki umutsuzluğu veya iyimserliğin içindeki karamsarlığı
görmeye tahammül edemiyoruz. Mutsuz olmamak için bin türlü çare düşünüyoruz,
sevgi dolu olmanın sadece olumlu bir şey olduğunu benimsediğimizden, olumsuz
duygular hissettiğimizde-nefret, öfke, keder- paniğe kapılıyoruz, dünyanın sonu
geldi zannediyoruz.
Kurtlarla Koşan Kadınlar
masallarla beraber beni büyüttü. El emeği göz nuru “kırmızı ayakkabılar” ile
yürümemi sağladı. Ne kadar şaşaalı, göz boyayıcı şey varsa onlara temkinle yaklaşmamı sağladı. Kendi gerçek
psişik ailemi bulmam için bana önerilerde bulundu. Şöyle söyledi mesela: “Dışarının
talepleri ile ruhun taleplerini yerine getirme arasında yapacağı seçimlerin bir
ölüm kalım meselesi olduğunu hissedebilir. Kendisini, hiçbir yere ait olmayan
eziyet çekmiş bir yabancı gibi hissedebilir- dışlananlar için bu normaldir, ama
normal olmayan şey oturup buna ağlamak ve hiçbir şey yapmamaktır. İnsanın ayağa
kalkıp nereye ait olduğunu aramaya çıkması gerekir.” (Estes, 2016, s:
200)
Ayağa kalktım ve
yolculuğuma devam ettim. Yolculuğumda umut ederken ve bazen bir yerlerde durup,
soluklanma, sığınma ihtiyacı hissettiğimde kendimi kötü hissetmem için bir
neden olmadığını ve hatta bu soluklanmanın farkındalığımı, yaratıcılığımı
güçlendirdiğimi söyledi kitap. Hareketin içinde dinlenme var ve umudun içinde
umutsuzluk var. Eğer biz yaşamı anlamak ve anlamlı kılmak istiyorsak; kötü ya
da olumsuz şeylerin, yaşamımızı değiştirme
gücünün bazen olumlu şeylerden daha etkili
olabildiğini hatırlamalıyız.
Yasemin Şenyurt
Kaynaklar
Estes, P. C. (2016) Kurtlarla
Koşan Kadınlar. İstanbul: Ayrıntı Yayınları