26 Kasım 2016 Cumartesi

İnsan Nasıl Bir Pencere?




İnsan nasıl bir pencere? Ruhu nasıl bir pencere? Hangi okyanuslarda sağ kalıp hangi fırtınalar karşısında durup penceresini açabilir? Penceresini açmaktan ürkmemek, yürekli olmak, dostça paylaşmak iç dünyasını nasıl mümkündür? Bazen hiç mümkün değilmiş gibi gelir insana. Bazen pencere tuzla buz olur. Dostoyevski'nin Yeraltından Notlar kitabını okuyalı yıllar oldu ama dün oyunu izledim Ankara'da. İnsanın kendini anlama çabası ancak bir başkasına gerçek anlamda açılarak mı mümkün? Gerçekten sevgiyi iliklerinizde hissettiğinizde bu hissi size yaşatan kişiyi allak bulak etme gücü sizi öldürebilir. İnsan ruhunun en karanlık kısımlarından birine dokundum sanki dün gece. O en karanlık kısım aynı zamanda aydınlıktı. Sevildiğini hissetmek bir insanın bu dünyada başına gelecek en mucizevi şey olduğu halde  ondan sürekli kaçınmaya çalışması kendisini zehirleyerek yaralamasıdır belki. Belki diyorum çünkü söz konusu olan insan ruhu...Acı içinde beklerken ve aslında ne beklediğini bile kendine açık açık söyleyememişsen beklediğin geldiğinde onu allak bullak etmek aslında bu hayata atılan bir kazık mıdır yoksa kendi ruhunu tuzla buz etme girişimi mi? Başka türlü düşünmek istiyorum. Başka türlü bir öykü yazmak istiyorum. İnsanın pencere olduğunda aslında kırılganlığına vurgu yaptığımı unutmak istiyorum. Yine de başaramıyorum bunu...

İnsan ruhunun pencere olması sadece kusurlu bir benzetme mi? Bir pencere düşünün ki içinde sayısız pencere saklı. Bir pencere hayal edin ki içinde dört mevsim var. İnsanın aşık olduğu halinden ayrılık haline ve ayrılık halinden ölüm haline ve ölüm halinden doğum haline sürekli bir geçiş söz konusu ise bu geçişlerin farkında olmak mı bütün mesele? Aşkın içinde ayrılık saklı ve ayrılığın içinde aşk saklı ise yaşadıklarımız kolay kolay sınıflandırılamıyor demektir. Bir cam parçasının yaprağa, güneşe dokunuşunu yazmak istiyorum. Felaketler de saklı olsa içinde insan aşkı ve aşkın içindeki bütün harap oluşları sevmişse ona unutmasını öğüt verenlere sadece gülüp geçer. Başkalarının alay etmesini umursamaz. Yakınlığın can yakıcılığını bilen ve seven bir insana kolay kolay merhaba ve hoşça kal diyemezsiniz. Merhaba dediğinizde ona nasıl geçtiğini bilemezsiniz, bilememenize rağmen konuşmayı sürdürmek istersiniz. Sizinle alay ediyor olsa da yakınlığın can yakıcılığını bilen ve seven bir insana cevap veremezsiniz. Cevap verdiğinizi düşünebilir, hayal edebilirsiniz sadece. Ah Dostoyevski... Sana cevap vermek için geberiyor olsam da ruhum tuzla buz olmuş durumda.

İnsan ruhunun her yaşantı karşısında bir cevabı var. Bazen o cevap pencerenin hafifçe açılması ve içeri dolan ses, koku, görüntü ve anılar değil mi? Bazen o cevap mücadele etmek değil mi? Bazen o cevap uzaklaşmak belki de. Aslında her uzaklaşmada yakınlığın can yakması yok mu? Yakınsın, o kadar yakınsın ki bir insanın ruhuna, daha yakın olmanın imkanı yok... Canın yanıyor ve ne kadar yanarsa o kadar iyi diyorsun. Yaşamak bu can yanmasını gidermek, azaltmak üzerine çabalamakla geçerse canına fazla değer vermiş olursun. Canın yanar ve sen canından çok o yanma halini seversen o zaman, o zaman sevmekten söz edebilirsin. 

Yasemin Şenyurt

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder