13 Ocak 2012 Cuma

Dünyalılar

Tütsü kokusu yayılıyordu odaya. Sessizlik duvarların ruhuna işlemişti. Kısık sesle çalan müziğe aldırış etmiyordu evdeki sarı yastıklar ve yeşil halı. Kahve lekeleri içindeki pijamasına baktı Tarık Bey.  Burnunu çekti gürültülü bir şekilde. Kimsenin kimseden etkilenmediği bir dünyada yaşamak ne kadar zor diye düşündü.
Acının tercüme edilemediği bir dildi günlük hayatın dili.
Şu ne kadar?
Bu nasıl çalışır?
Onun adı ne?
Kuru kuru sorulur ve tatsız cevaplar alınırdı çoğu kez. Nefessiz kalmamak elde değildi.
Tarık Bey duvarda asılı duran resme baktı. Sevdiği kadının resmine baktı. O resme baktığı zamanlarda nefes aldığını hissediyordu.
Komşular diye seslenecekti ama vazgeçti. Dünyalılar diye seslenmeye karar verdi. Dünyalılar vazgeçin artık rahatınızdan!
Tarık Bey böyle sık sık düşünür ama bir türlü seslenemezdi. Boğazı düğüm düğüm olurdu ya da yüreğine bir ağırlık çökerdi.
Kahve lekelerine bakakaldı. Uykusuz gecelerinden şikayetçi değildi. Azim’i hatırladı durup dururken. Azim vefat edeli on sene olmuştu.Azim yaşasaydı bu halimi anlardı düşüncesi içini yaktı.
Rahatlarından bir türlü vazgeçmeyen dünyalılara nasıl sesini çıkartamadığını düşünmekle başlamıştı her şey. Azim yanımda olsaydı her şey farklı olurdu düşüncesiyle pijamalarını çıkardı. Dolapta asılı duran ve senelerdir elini sürmediği takımını çıkardı. Giyindi ve sokağa fırladı. Yan apartmanın altındaki çiçekçiye uğradı.
Elinde bir demet nergisle önce amaçsızca yürüdü. Kırk dakika sonra ise mezarlıktaydı. Azimle dertleşmeye gelmişti. Azim’in söylediği türküyü yalnız ve kısık sesle söyledi mezarlıkta. Nergisleri bırakırken toprağa şöyle seslendi:
Sen olsaydın sahip çıkardık bu dünyaya ama şimdi çok yalnızım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder