12 Ocak 2012 Perşembe

"DELİ KIZIM UYAN"

Yasemin Şenyurt kendini bize nasıl anlatır?
YŞ: 1980 yılında İstanbul’da doğdum. Geçen otuz seneyi Simurg efsanesine bağlamayı seviyorum. Otuz sene sonra anladım ki hayatın sırrına ulaşmak isteyen kişi engelleri engel olarak görmemeli ve onları aşabilmeli. Onları aştıkça karşısına çıkan yeni engelleri de aşmak istemeli. Bu yolculuk bitmez…Şu anda felsefede doktora yapıyorum. On sene önce en büyük hayalim felsefede yüksek lisans yapmaktı. Başarıp başaramayacağıma dair kaygılarım vardı. Yirmi sene önce en büyük hayalim kitaplar yazabilmekti. Şu anda Mavi Çimenlerde Nefes Al, Mayıs Islığı ve Umut Defteri olmak üzere üç kitabım var.  Hayallerime ulaşabiliyorum ama hayallerime doğru yaptığım yolculuk beni daha çok heyecanlandırıyor.
Gelecekte yapmak istediklerini öğrenebilir miyim?
YŞ: Mesela 2020’de felsefe alanında önemli kitaplar yazmış olmak isterim. Felsefe ve psikoloji alanında insanın olanaklarını neden göremediğine ve nasıl görebileceğine  dair daha doğrusu özgürlük ve üretkenlik konusunda insanları kışkırtan metinler yazmak istiyorum. Şu anda Adorno’da bireyin özgürleşme olanağı ile ilgili bir tez hazırlamaya çalışıyorum. Bu tez çalışmam bittiğinde de önümde  yeni engeller ve yeni yollar olacak.
Yazar olma yolculuğunda seni en çok etkileyen yazarları öğrenebilir miyiz?
YŞ: Ortaokul yıllarında Reşat Nuri Güntekin’den çok etkilendim. Lise yıllarında Goethe ve Dostoyevski’den etkilendim. Üniversitede Hermann Hesse, Irvın Yalom,  Oruç Aruoba, Ece Temelkuran ve son yıllarda ise Ferit Edgü, Tomris Uyar, Aslı Erdoğan, Camus, Kafka ve Arno Gruen’den etkileniyorum. Etkilendiğim şairler ise özellikle Edip Cansever, Turgut Uyar, İlhan Berk, Lale Müldür ile Birhan Keskin.
Yazar olma yolculuğunda seni en çok etkileyen yaşam deneyimi ne oldu?
YŞ: Şizofreniyle beraber yaşamayı öğrenme deneyimi benim yaşamımı da yazılarımı da derinden etkiledi. Yirmi yaşımda yani hastalığın başladığı dönemde iki ay boyunca yaşadıklarımın ve düşündüklerimin “akıl oyunları” olduğunu anlamamı sağlayan doktorum oldu. Gerçeklerle yüzleşmeyi öğrenmem epey zaman aldı ama bunda da doktorumun katkısı çoktur. Yaşamda karşılaştığım her olayı iyimser bir kurguyla yeniden değerlendiriyor ve yaşanılanların arkasında gizli iyilikler arıyordum. Yıllarca yaşadıklarımı sorguladım. Ölüme, ayrılıklara ya da üzücü başka olaylara inanmadım. Üniversiteyi bitirdiğimde ya da ilk kitabım yayımlandığında da bunu ben yapmış olamam dedim. Gerek mutsuzlukları gerekse mutlulukları hep kendimden uzak tutmaya çalıştıkça sorumluluktan uzaklaşıyordum. Doktorumun tavsiyesiyle J.P.Sartre okumamın gerçeklerle yüzleşmemde önemli katkıları oldu. Hastalandığım günlerde cümle kurma gücü bile bulamıyordum. Daha sonra Yanılmalar diye bir dosya açtım bilgisayarımda ve orada günlük hayatla dalga geçen metinler yazmaya  başladım. Şizofreni sayesinde bakış açım zenginleşti.
İlk aklına gelen sözcüğü ve onun senin için anlamını öğrenebilir miyiz?
YŞ: Dönüştürmek sözcüğü aklıma geliyor. Yaşadığımız olumsuzlukların olumsuzluk olduğunu kabul ettikten sonra ne yapıyoruz? Ya onu olumsuzluk olarak kabul edip köşemize çekiliyoruz ya da ona karşı koymak istiyoruz. Karşı koymak için de yardım istiyoruz genelde. Oysa kendi başımıza o olumsuz olayı dönüştürme gücümüz var. O olumsuzluktan olağanüstü bir yaşam deneyimi edinebiliriz. Nasıl mı? Ona farklı açılardan bakarak ve ona dokunarak, koklayarak ya da onu işiterek. Dönüştürmek için görmek sadece bir başlangıç olabilir. Sonrasında onu düşünmemiz gerekir. Düşünürken de ona yoğunlaşmamız gerekir. Ama nedense düşünme yolculuğuna çıkamıyoruz. Sürekli ya kendimizde ya da koşullarımızda eksiklik olduğunu düşünüyor ve düşünmeyi başka zamana erteliyoruz. Behçet Necatigil sevgiyi yarınlara bıraktınız/tutuk, çekingen, saygılı diyor ama galiba başka bir sorunumuz da düşünmeyi yarınlara bırakmak. Düşünmek için “geniş zamanlar umuyor” ve bu yüzden de olumsuzlukları dönüştüremiyoruz.
En çok öğrenmek istediğin şey nedir?
YŞ: Sabırlı olmayı öğrenmek isterim en başta.
En çok dönüştürmek istediğin şey nedir?
YŞ: Bir başkasının acısını kendisinin  dönüştürebileceğine inandırmak isterdim. Ursula K.Le Guin Mülksüzler’de acı çektiğimizi ama boşuna acı çektiğimizi söylüyor. Acının içinden tam anlamıyla geçebilir ve ona tam olarak katılabilirsek acının içindeki gerçeğin mutluluğun içindeki gerçekten daha değerli olacağını söylüyor. Ben de buna inanıyorum.
Seni en çok etkileyen düşünce nedir?
YŞ:  Nietzsche şöyle bir şey sorar: Eğer şu anı sonsuz kez yaşayacak olduğunuzu biri size söyleseydi bu size ne hissettirirdi ya da şu an yaşadığınız gibi yaşamayı mı tercih ederdiniz? Bu düşünce çok önemli benim için çünkü şu anın içindesin ve o anı nasıl değerlendiriyorsun sorusunu sorarak insanı kışkırtıyor. Kendi ömrümü düşünüyorum. Bu ömrü sonsuz kez yaşamayı isteyecek miyim? İsterdim belki ama bu ömrün içinde daha çok kitap okumak ve daha çok tiyatroya gitmek ya da daha çok felsefi tartışmalarda bulunmak da isterdim. Demek ki kendimize “ne duruyorsun?” sorusunu sormamız gerekiyor. Koşullardan yakınmak yerine koşulların en ortasında durup baş kaldırmak  gerekiyor. Camus, başkaldırının insanın kendi içinde haklılık duygusu uyanınca ve hayır diyerek başladığına inanıyor. Biz sürekli maruz kaldıklarımızdan bahsedip karamsar oluyoruz. Çalışma şartları, trafik, çevre kirliliği, yoksulluk, sömürü, savaşlar. Birinin bizi kurtaracağını hayal ediyoruz. Sahte kahramanlar yaratıyoruz. Bireyin anı ve hayatı değiştirme gücü var.
Seni en çok etkileyen dizeyi ve seni etkileme nedenini öğrenebilir miyim?
YŞ: Kalbim serseriliğim benim der Edip Cansever. Beni etkiler çünkü serseri olabilmek herkesin harcı değildir.  Kalbin serseri olabilmesi çok daha zordur. Benim için serseri olmak ne anlama gelir? Anahtarsız olmaktır yani evinin, arabanın, işyerinin, kasanın anahtarlarını bir yere atmayı göze alabiliyorsan serseri olabilirsin. Anahtarsızlığın Büyüsü diye bir öyküm var. Belki orada daha iyi anlatmış olabilirim demek istediklerimi.  Kalbinizin anahtarı olmaması üzerine düşünüyorum şimdi. Kalbinizin anahtarı yoksa kimse hatta siz bile sahip olamazsınız ona. Kalbiniz ne ait olmaya çalışır ne de sahip olmaya çalışır. Oysa bu dünyada çoğu insan bir yerlere ait olmak için çırpınıyor. Bir şeylere sahip olmak için kendinden vazgeçenler var. Edip Cansever’in bir başka dizesi daha var: “Aşk iyidir bak duyumunu arttırır insanın”… Duyumumuz artmıyor artık âşık olduğumuzda. Sorun belki de burada.
Fotoğraf çektiğini ve bu eylemi çok sevdiğini biliyoruz. Ne söylemek istersin?
YŞ: Benim için fotoğraf iç dünyamdan kopup dışarıya açılmam anlamına geliyor. Açılmak sözcüğünü de seviyorum. Kıyıda güvendesinizdir. Açıldıkça başınıza bir şey gelebilir. Kendi odanızda ya da kendi ruhunuzda bir süre sonra her şey tanıdık hale gelir. Güvende hissederiz. Oysa felsefe de fotoğraf da aşk da açılmayı gerektiriyor. Kulaç atıp yorulacaksın, deniz analarıyla karşılaşacaksın, tehlikeli balıklar olacak, ayağına kramp girebilecek. Ölümle burun buruna olup yaşamla göz göze olacaksın açıkçası. Sokağa çıkıp fotoğraf çektiğimde insanlarla konuşmaya çalışıyorum ama bazen tepkiler de alıyorum. Tepkiler aldığım zaman ilk başlarda kızıyordum. Şimdi kızmıyorum çünkü yaşamsal bir konu var: samimiyet. Ben  o insana yönelirken tek amacım onun  fotoğrafını çekmek  olursa o insana haksızlık ediyorum. Gerçekten o insanla paylaşacaklarım olduğuna inanmalıyım öncelikle. Açılırken kollarımızda can simidimiz olacaksa bu samimiyet olmalı. Hem kendimize hem de insanlara karşı.
Aynaya baktığında ne görüyorsun?
YŞ: Sıkılıyorum çoğu zaman. Hep aynı yüz ve çığlık atmayı henüz başaramamış bir yüz görüyorum.
Başkalarının senin için düşündüklerini önemser misin?
YŞ: Önemsiyorum ama çok abartmıyorum.  Benim için sıkıcı ya da çok konuşuyor ve aynı şeylerden bahsediyor diyebilirler. Bu iki konuda haklı da olabilirler. Değiştirmeye çalışıyorum ama kendime işkence etmiyorum. Kendimle barışık değilim. İyi ki de…
Felsefe nedir ve sende yarattığı en büyük değişim nedir?
YŞ:  Bence felsefe memnun olmama sevgisi ve dönüştürme olanağının bilincidir. Bir insanla tanışıyorsunuz ve isminizi söylüyorsunuz daha sonra o insan da size ismini söylüyor ve karşılıklı memnun oluyorsunuz. Bu mümkün mü? İsimlerinizi duymak sizi ne kadar memnun edebilir?  Bir insanın ismini duyduğunuzda rahatsızlık ya da kaygı da duyabilirsiniz ama nezaket kuralları dolayısıyla memnun oldum diyeceksiniz. Yalan söyleyerek nazik olma konusunda ustalaşıyoruz. Çıkarlarımız ve güvende olma isteğimiz bizi sahtekar yapıyor. Kendinden memnun musun? Dünyadan memnun musun? İçten içe hayır demek fayda etmiyor. Yüzümüzdeki gülümsemeyi, onaylamayı, memnun olmuş gibi yapmayı ne kadar sürdürebiliriz? Sürdüremeyenlerin adı deliye çıkıyor. Kabul görmek istiyoruz. Alkışları duymak istiyoruz. Sonra ne olacak kimse sormuyor. Herkes birbirinden ve dünyadan memnun olurmuş gibi yaptığında işler yürüyor. İşler yürümesin. İşlerin yürümesi yalnızlaştırıyor, delirtiyor bizleri. Gerçekliğe uyacağız diye canımız çıkıyor ve kimse sormuyor: Bu gerçek dediğimiz şey ne kadar değerli ki? Gerçekliğe müdahale etme gücümüz nerede? Felsefede. Eleştirel düşünebilmek ya da sorgulayabilmek önemli. Ana fikir nedir? Bir kişi tahtaya çıksın ve söylesin diğer arkadaşlar da ona katılsın. Öğretmen de aferin desin. Başka bir öğrenci çıkıp da ben beğenmedim bu fikri diyemiyor. Yazar ya da öğretmen ya da tahtaya çıkan kimse onun söylediği yeterli geliyor ve memnun oluyoruz.  Memnun olmadım ya da beğenmedim diyenlere ters ters bakılıyor ve o kişi hemen dışlanıyor. Dışlanmaktan ödümüz kopuyor.
Şizofreni nedeniyle ya da başka nedenlerle sokakta yaşayan insanlar için neler yapılabilir?
YŞ: Bence o insanlara ilaç dayatmak ya da ev dayamak döşemek sorun değil. O insanlar bir şekilde evlerinden kaçmış ya da evlerinden atılmış ya da evsiz kalmış insanlar. Evden kaçtıysa o insan mutsuz, huzursuz ve rahatsız edildiği için kaçmıştır. Evden atıldıysa o insan dışlanmış ve korkmuştur. Biz evimizde rahat oturup onlara ah vah etmekle çözüm bulamayız. O insanların ruh halini saptayıp ona göre iyileştirme yöntemlerinden çok şu içinde yaşadığımız dünyayı saptayıp onu iyileştirelim. Bunun için de hepimizin şizofren olmaya- gerçeklikten rahatsız olmak anlamında- ve  rahatsızlığımıza geçici çözümler bulmak yerine felsefe ile ilgilenmeye – dönüştürme bilincine- ihtiyacımız var.

2 yorum:

  1. zihin açıcı, kalp açıcı ve ne kadar da dürüst bir söyleşi olmuş. sorulara ve yanıtlara çok teşekkürler :)

    YanıtlaSil