“Şu
kibritin, şu yanmam diye fısır fısır fısırdayıp da sonradan peki emret anam
yanayım, diyen şu kibritin ışığına bak. Bu olur mu arkadaş. Böyle bir el
sürçmesiyle açılıveren hararet, ışık, bayram, gördün mü sen? Gül, sevin
arkadaş. Şu ağzımızdan çıkan dumanlara bak! Nasıl uçuyorlar. Yaşıyorsun efendi.
Pırıl pırıl, tane tane, ıslak ıslak.”
Sait
Faik Abasıyanık
Bana hamsi diye seslenen bir arkadaşım var. Geçen gün
aradı, telefonunu açamayınca mesaj yazdım: Gözümden uyku akıyor. Ne güzel
haldir o, uykuya ramak kala yarı düş yarı gerçek bir biçimde yaşadığını
hissedersin. Yaşadığımı hissettirenlerden biri de bana hamsi diyen arkadaşım.
Yoğunluk falan dinlemez, arar sık sık. Benim halimden de anlar anlamasına ama
yeri geldiğinde de sitem eder. Sitem edilmesi ne güzeldir…Bana çilek diye
seslenen bir başka arkadaşım da var. Bal diyen arkadaşım da var. Çok eski
zamanlarda minik dev diyen bir arkadaşım da vardı. Ben nasıl olur da hem hamsi
hem bal hem dev olurum diye şaşırmıyorum. Ne güzeldir kabına sığamama, taşma
hali…
Yaşamımı şölene çevirir arkadaşlarım. Bazen bir
arkadaşım kızı ile beraber bir şarkı söyler, üşenmez, sesi kaydedip bana
gönderir. En kötü, en dertli zamanlardan geçerken bir arkadaşımın sözleri ile “doğru
ya” der ve devam ederim yolculuğa. Aşık olduğum zaman bir arkadaşım türkü
söyler, öyle güzeldir ki sesi dinlemeye doyamam.
Ne güzeldir cebinde kuruş yokken havaya aldanmak, dostlarla
buluşmak, şarkılar söylemek…
Belleğindeki hazinede neler neler vardır da insan
bilmez çoğu zaman. Gelecek gözünü kamaştırır, heyecanlanır ama bilmez çoğu
zaman an kendi başına görkemlidir. Geçmişin aklı ve geleceğin kanatları ile an
bizi sevmeye davet eder.
Yağmurun altında şemsiyesiz falan yürürken, etrafındaki
insanlar bir yere sığınmışken bir öykü kahramanı gibi hissetmek kendini ve
çantanı hafifçe duymak sırtında, gözlerinden yaş gelmesi, düşünmek ve
düşündüklerini söyleyebilmek hürriyeti, bir sigara istemek bir yabancıdan,
gülümseyip teşekkür etmek ve belki de koşa koşa gitmek isterken sevdiğin
insanın yanına, bir çocuğun seni durdurmasına, ellerinden tutup parka
götürmesine izin vermek ve hediyeler bulmak doğadan, hediyeler vermek doğaya…
Çok erken bir saatte üstelik bir Pazar sabahı bir
bardak demli çayı o şekerli seviyor diye yıllar sonra şekerli içmeyi denemek.
Çok erken bir saatte pencereleri açıp denizin pencereden odana dolmasını izlerken
yanında onun olduğunu hayal etmek. İnsanın en iyi yaptığı şeylerden biri olsa
yaşamak, yani iş güç tamam da kendini bir kutuya koymasa, kutuya koyuyor olsa
da patileri, pençeleri, kanatları, yüzgeçleri, yeleleri olduğunu bilse…
Yenilese kendini her sabah. Bambaşka bir şehir, bambaşka
bir ülke bulamaz ama bambaşka bir insan olsa her an. Kabına, kutusuna sığamasa…Akşam
akşam günaydın diyebilse veya dili tutulsa, konuşamasa, pandomim öğrense,
ukulele çalsa ya da ne bileyim bellek hazinesinin farkına varsa güzel olmaz mı?
Yarı düş yarı gerçek bir alanda aklı beş karış havada yaşasa ve oldu da “dalgın”
, “aylak”, “muzur” olmakla eleştirilse ama kendini doğru dürüst ifade edip
yaşam sarhoşuyum ben diyebilse.
Gözünden uyku akan hamsi bir deniz kızı olur mu o
zaman ne dersiniz?
Ayılmak ister mi mesela insan?
Tiryakiliğin böylesi olur mu gibi sorularla meşgulken
biri size adres sorsa ve siz de biraz
kaybolmanın fena olmayacağını bildiğiniz halde doğru dürüst tarif etseniz
gideceği yeri ne güzeldir değil mi?
Siz sevdiğiniz insanın yanına koşa koşa giderken,
içinizde kıyamet gibi bir özlem duyarken dört yaşlarındaki o çocuğun sizi ikna
edip parka götürmesine izin verseniz ne güzeldir değil mi? O çocuğun arkadaşı
olursunuz bir an için ve bir an bazen bir ömürdür, değil mi?
Yasemin Şenyurt
15.09.2019
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder