Saç
tellerinde duyduğu sızının bir adı, kokusu, rengi olsaydı keşke. O anda sızıyı
kaldırıp yerine bir taç takabilseydi, başını ağrıtmadan. Mümkün değildi. Sızı
yerleştikçe saç tellerine sevdiği bir şiir geliyordu dilinin ucuna. Dudaklarını
kanatırcasına susuyor, susuyor ve şiire haksızlık etmediği için kendi başını
okşuyordu. Kendine duyduğu şefkatin sızıya engel olması beklenemezdi. Sızı
sürüyor, geçiştirilemiyor. Sadece onu düşündüğü zaman sızı anlamlı bir sızı
oluyor.
Bu
akşam yaptığımız yemeğin adı neydi diye soruyor yeğenine. Yeğeni ona cevap
yetiştirirken birden yeğeninin dediğine dikkat kesiliyor. Seni Gidi Soğan yemeği
diyor ve bunu söylerken o kadar ciddi ki gel de ona bu yemeğin adını söyle…
Yeğeni
ile birlikte yemek yapmak eğlenceli olmasına eğlenceli ve sohbet keyifli olduğu halde sızı var. Onun olmadığını söylerse kendisini kandırıyor
demektir. Bazen sızıya çıkışma isteği duyuyor, ona haddini bildirmek için
hazırlanıyor ama bu çabaları boşa gidiyor. En güzeli yeğenini dinleyerek yere
uzanmak ve hayal kurmak. Yere uzanıp hayal kurabilirsek iyi olur.
Yere
uzandılar, dört kez “güç bende artık” dediler ve hayal kurmaya başladılar.
Evdeki iki kedi üstlerinde dolaşmaya başlayınca gülüştüler, çığlık attılar,
birbirlerine baktılar.
Aslında
anlamlı bir sızım var cümlesini kuracak gibi oldu yeğenine ama onun yerine seni
gidi seni dedi ve birlikte güldüler. Bir gün birlikte dertleşirlerdi nasıl
olsa. Şimdi onunla çocuk olma zamanı diye hatırlattı kendisine. Yeğeni “ne
düşünüyorsun hala?” dediğinde kaymaklı, çikolatalı ve limonlu bir dondurmaya ne
dersin dedi.
Yeğeni
zıplamaya başladı. Bu onlar için sokağa çıkma zamanına işaret ediyordu.
Sokakta
“ halaaaaa” diye seslendi çocuk.
Dalıp
gitmişti yine sızıya. Yeğenini duydu. “Babam seni bana emanet etti. Biraz
dikkatli ol. Kırmızı yanıyor şimdi, geçemeyiz” dedi.
Yasemin
Şenyurt
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder