Belki bir beyaz bulutun çağrısına uyup geldiniz bu
sessiz sedasız köşeye. Nasıl geldiğinizi bilmiyorum ama belki de derin nefesler
almak istediniz. Yağmurun penceredeki
kıvrımlı görüntüsüne kapılmış gibi görünüyorsunuz. Belki de içinizi şu kırmızı
taşa açmak ve kırmızı taşı cebinize atmak istiyorsunuz. Kırmızı taşın içinde
bir hazine olduğunu düşünüyor da olabilirsiniz. Onun görünümü size bir öykü yazdırabilir.
Nasıl da hüzünlüdür şimdi o uzaklara bakarak hatırladığınız kadın… Nasıl da
hırsla açıyordur kalemini ve neler yazıyordur hayata dair… Siz belki de ağır
ağır yürüdünüz buraya gelmek için. Siz belki de saatinizi denize atmayı
tasarladınız ve bir daha hiç kimseye saati sormamayı düşündünüz. Gizemli bir
yüzünüz var. Hüzünlü bilekleriniz ve dalgın ayaklarınız var. Saçlarınızın
kokusunu ya da akışını yazıyor olmalı uzaklardaki kadın. Sessiz sedasız bu
köşede son hırçınlığınızı hatırlıyorsunuz ve gözlerinize bir bıçak düşmüş gibi…
İmalı imalı konuşmuyor o kadın ve belki de ne zaman
imalı konuşmayı denese kendinden nefret etti. Saçlarına düşen akları seviyor. Rujunu
dişlerine bulaştırmış yine! Komik olmaya çalışıyor ama beceremiyor bunu. Saç
örgüsü desenli gri hırkasına sigarasının külü düşüyor ama umursamıyor. Belki
bir beyaz bulut bulacak ve onun peşine düşecek kadın da… Bulutun onu getireceği
yerde de içine daha çok kapanıp dişlerini geçirecek ellerine. Elleri acının
tadını alıp o tadın tutsağı olmak isterken bir yaramaz çocuk geçecek karşısına
ve kulağını çekecek kadının.
Ne yaptığını bilemeyecek uzun bir süre ne kadın ne
adam. Uzun hem de çok uzun bir süre sonra öyle güzel kokacak ki bir kitap iki
ayrı evde iki ayrı köşede kadın da adam da kitaba doğru uzanacak. Huzursuz
ellerinden yere düşecek gibi olduğunda kitap onu hayatlarındaki en gerçek ve en
derin aşkı kavrayamadıkları kadar güçlü kavrayacaklar.
Yasemin Şenyurt
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder