19 Şubat 2012 Pazar

Sevinç

Sevinçle tanışalı yıllar olmuştu ama Sevinç’i yeni yeni tanıyor ve tanımaktan mutluluk duyuyordum. Bu mutluluğu nasıl anlatacağımı bilmiyordum. Sevinç’in kafasının karışık olduğu şu dönemde düşündükleri ve söyledikleri beni  derinden etkiliyordu ...
Sevgi ve iktidar üzerine konuşmuştuk geçen gün. Sorular sormuştu Sevinç. Rüzgarın yüzüne değmesinden ve insanların yüzündeki çocuksu ifadeden nasıl da mutlu olduğunu anlatmıştı doğallıkla.
Sevinç’in yanında olmak, koluna girerek yürümek iyi gelmişti.
Çıkarsız bir ilişkinin doğallığına bırakmıştım kendimi.
Zaman su gibi akıp geçiyordu.
Sohbet hiç bitmeyen bir şeydi belki de. Zihinlerimizde sohbet etmeyi sürdürüyorduk. Sevinçle sohbet ederken de eve döndüğümde de bu sohbetin etkisi altındaydım.
Dünyadaki bütün olumsuzlukların üstesinden gelebilirdik. Yeter ki düşlerimiz ve düşüncelerimiz olsun. Yeter ki tek bir kişi inansın bize. Zamanla ve yaşamla savaşmamayı öğreniyorduk. Zamanın kolları yoktu ve bu yüzden bize sarılamazdı. Biz ona sarılıyor ve onun kolları oluyorduk yeri gelince. Yaşam kendi kendine yürüyemiyordu. Yaşamın ayakları oluyorduk.
Cılız akan bir dere ya da yeşilden sarıya dönen bir yaprak gördüğümüzde canlılık şarkısı söylüyorduk.
Bir gün lunaparka gitmeliyiz dedim. Sevinç şaşırdı ama şaşkınlığını hemen üzerinden atıp bir gün de hayvanat bahçesine gidelim dedi. Ne çok gün var değil mi dedim. Sevinç’in gözlerinin içi güldü.
Ayrılma anı geldiğinde Sevinçle dost olduğumuzu biliyordum ve bu bilgi diğer bütün bilgilerimden daha değerliydi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder