26 Ocak 2020 Pazar

Burdur Otogarı, Salda Gölü ve Büyüteç



İnsanın evi kalbidir. 

Dünyanın dört bir köşesini gezse, yedi harikasını tanısa ve anılar işlese el emeği göz nuru; güzel bir gezgindir insan. İsterse yanına harita, görülecek yerler rehberi ve şemsiye alır isterse sadece dalgalanması için ruhunu alır. İsterse soluksuz kalır isterse soluklanır bir müzede, gölde, gökyüzünde. İsterse fotoğraf makinesinin hafıza kartını büyütür isterse bakış açısını ve bazen ikisi birden büyür. Farklı şehirlerde farklı tatların peşine düşmek de mümkün, anıların, ikinci el eşyaların ve kitabevlerinin peşine düşmek de…
Bu gece Burdur Otogar’ında saatin sekiz kırkbeş olmasını beklerken gün doğumunu Salda Gölü’nde karşılamanın güzel olabileceğini düşündüm. Yeşilova otobüslerine binip gitmek istedim. O sırada uyku ağır bastırdı, paramın azalabileceği endişesi ve güvensizlik nedeniyle vazgeçtim. Fotoğraf makinem yanımdaydı ve çok güzel olabilirdi gün doğumu. Günün en güzel doğduğu yerleri listelemiş gezginler. Listeyi görür görmez sayfayı kapattım, su içtim. Başım yana doğru düşüp uykuya bırakırken kendimi, otogardaki sesler azalıp çoğalıyordu. Gece ikide Ankara’ya giden otobüsten donmak üzere olduğum için inmiştim ve “her ne olursa olsun” düşüncesi ile yeni bir otobüse binmeye karar vermiştim.
Salda Gölü’nü görmeyi bir başka zamana ertelerken üzgün değildim. Geceyi otogarda geçirdiğim için korkmuş değildim. Yanımda bir oyuncak vardı ve bana sürekli “iyisin” diyordu. İyi olduğumu hem onun ses tonundan hem de otogardaki esnaf ile konuşmalarımdan anlıyordum. Tuhaf şeyler söylemiyordum, bir an hariç, o an da uykusuzluğun etkisinden olacak…
Sekiz kırkbeş, ne tuhaf bir saat değil mi? Otobüs gelecek, bir numaralı koltukta Ankara’ya döneceğim. Dönebilecek miyim? Yeniden aksilik olursa dayanma gücüm yok gibi geliyor o an ama insanın dayanma gücü var, Boyalı Kuş’u hatırla…
Salda Gölü’ne gidebilseydim muhakkak ki fotoğraflar ve öykülerle dönecektim Ankara’ya. Muhakkak ki insanlarla diyaloglara girecek ve o diyaloglara bir an büyüteç tutacak, gördüklerimi hissettiklerimi yazmak için uğraşacaktım. Dün gece Ankara’ya giderken otobüsün içi buz tuttuğunda büyüteci kaybetmiştim, üşümekten ibaret kalan vücudum olmuştum. İnsanın üşümemesinin tek başına nasıl görkemli bir şey olduğunu görmek için yolculuklar şart.
Dün akşam ne oldu da bu kadar karmaşa yaşandı, idrak edebilmiş değilim. İdrak etmeyi de çok istemiyorum. Tek bildiğim şey, bazen sadece akış halinde olmak gerekiyor. Yolcu olma haline, cebinde biraz para olma haline ve eve dönme umuduna bakıp bakıp gülümsemek gerekiyor, birileri tuhaf bakabilir o an, baksınlar. Senin ne durumda olduğunu nasıl bilebilirler ki? Dışarıdan oldukça güzel, hafif heyecanlı, telaşlı görünebilirsin, kambur durabilirsin, yüzünden sıkıntı okunabilir, bu kadar.  Kimse senin neden burada olduğunu bilemez, sormazlarsa ve sen anlatmazsan. İdrak ettiğimi anlattım bir sorana, soran kişi iyi birine benziyordu. Sürekli endişeli ve şüpheli olursa kişi korku onu esir alır. Ben bir şey beni esir alsın istemedim hiçbir zaman.
İstedim ki dalga dalga gelsin yaşam üzerime, zıplayayım ve dalgalar beni deviremesin, çocukluğumdaki gibi… Her zaman istediğim gibi olmadı, dev bir dalga beni kıyıya savurdu zaman zaman, ağzıma kumlar girdi, ileri geri gittim. Dün akşam zıpladım, dalgalar deviremedi. 
Yasemin Şenyurt
26.01.2020
Ankara

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder