“Ne
dersem derim. Kimsecikler karışmaz. Birçokları sevinirler de, insanoğlunun
insanoğluna yaptıklarını görüp de anlatmadığıma… Ne yapayım, benim zanaatım da
bu, yazı yazmak. Yazı yazıp ekmek yemek. Yazmak demek, aklıma ne gelirse kağıda
geçirmek değil elbet. Ama ben aklıma ne eserse yazan cinsindenim, ne yapayım?”
Sait
Faik (Kırlangıç Yuvasındaki Kadın öyküsü)
Sakız gibi olmuştu gömlek, giyilemeyecek kadar
düşseldi. Evin içi temiz temiz kokuyordu. İnsan yere basmaya kıyamıyordu. Işıl
ışıl olmuştu masam. Yazılar yazılabilirdi ama ben masanın başında, bilgisayarın
karşısında o gün çektiğim fotoğraflara bakıyordum. Çok fotoğraf çekmiştim,
paçalı güvercinlerin olduğu fotoğrafı çok sevmiştim. Dönüp dönüp ona bakıyordum
ki telefon çaldı. Telefonu açmadım. Gelecek zaman dilimine dair konuşamazdım.
Geçmiş zamana dair sadece yazabilirdim. Telefon ikinci kez çaldı. Bu sefer
açmamazlık edemedim. Şemsiyeni al, atkını boynuna dola, botlarını giy, on
dakika içinde Kuğulu Park’da ol… Olmaz, işim var, zamanı değil gibi bahaneler
bulmak aklımın ucundan geçmedi. Fotoğraf makinemi çantama güzelce yerleştirdim.
Okuduğum şiir kitabını da koydum onun yanına. Birbirlerine özen
göstereceklerini umuyordum.
Sakız gibi gömleğimi giydim. Dışarı çıkmaya
hazırlanıyordum ki atkı bulamadım. Kıyafetime uygun, havalı bir atkı aradım ama
beğenmedim evdekileri. Şemsiyeyi aldım, botlarımı giydim. On dakika içinde
oradaydım soluk soluğa. “Atkın yok mu?” Var ama giymedim dedim. Yutkundum
sessizliği. “Geçen sene gökkuşağı gibi bir atkın vardı” dedi. Kaybettim dedim.
Öyle farklı baktı ki o an sessizce önemli değil diyebildim. O an bana istediği
kadar kızsın, istediği kadar hırçınlaşsın sesim çıkmazdı. “Şiir kitabı getirdin
mi” dedi. Hayır diyerek güldüm. “Söylemedim diye değil mi?” dedi. Getirdim
getirmesine ama önce şu banka oturalım mı, soluk soluğa kaldım da…
O an sakin olmamın imkanı yoktu.
O an bulutların üzerinde durduğumuz doğruydu. Bank,
çanta, araba sesleri, siyah kuğular, güvercinler, ekmek yalandı. Şiir kitabının
kapağına dokunduk aynı anda. Çantayı yere koyduk. O an “dinlendin mi?” diye
sordu. Hayır dedim yine gözlerinin içine baka baka. “Dinlenemeyeceğiz ikimiz
de” dedi. “Haklısın” diyebildim…
Günlerden Pazartesi miydi, saatler neden akıyordu,
dünya niçin dönüyordu?
Yasemin Şenyurt
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder