“Tabiat, bir Van Gogh dehasıyla önümüze
çizilivermişti. Şimdi Kınalı’nın bu yamacı hacimsiz bir şekilde, düz bir satıh
gibi kayaları, renk renk toprakları, yeşili, beyazı, kiremit, gri rengiyle
sisin içine büyük bir pano, devasa bir Van Gogh gibi asılmıştı.”
Sait Faik
Bir Kaya Parçası Gibi öyküsünü okudum. Kuşların
cıvıltısının eksikliğini duya duya çorbama ufak ekmek lokmaları atıyordum.
Mercimek çorbasının tadı da başka şeye benzemiyor doğrusu. Kokusundan insan
türlü türlü dersler çıkarabilir. “Haydi, soğutma şunu” dedi içimdeki seslerden
biri. Gözüm kararır gibi oldu. Gözümü dört açmam gerektiğini söyleyenlere
kulağımı tıkayalı yıllar olmuştu. Başkaları kurnazlık ededursun diyeli yıllar
olmuştu. Öğle saatlerinde bu mercimek çorbasını içiyorken aklıma türlü türlü
oyun geliyordu. Saklambaç körebe, yağ satarım bal satarım, nesi var, yakartop,
futbol ve niceleri…Oyunları düşündükçe her yaşımın aklımı biraz daha başıma
getireceği beklentisinden dolayı sevdiklerimin yaşadığı hayal kırıklığına
bakakaldım. Kaşlarımı çattım. Kaşlarımı çatsam kaç yazar… Aklım fikrim
teneffüste. Okul bahçesinin en cıvıltılı yerinde kaşlarımı çatsam kaç yazar!
Çorba iyi geldi. Teneffüste insan hiç asık suratla dolaşır mı? Derse girerken
öğretmeni dikkatle dinle diye tembih etmişlerdi de ben o saatlerde de hayallere
dalmıştım. Öğretmen adımı söyleyince tahtaya çıktım ve aklım Van Gogh’daydı öğretmenim dedim.
Bütün sınıf bana güldü. Derin bir oh çekerek yerime geçtim. Teneffüste aklın
kimdeydi diye alay ederler sandım ama yanıldım. Derste yaşanılanlar
unutulmuştu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder