13 Mart 2013 Çarşamba

Acı ile aşk ile...


“Acı ile aşk ile büyüyorum”
 
 

 

Bütün bedeninizin beden olmaktan çıkıp baştan ayağa ruh olduğu zamanlar yaşamadınızsa pek de yaşamış sayılmazsınız.

Bütün ruhunuzun ruh olmaktan çıkıp baştan ayağa beden olduğu zamanlar yaşamadınızsa pek de yaşamış sayılmazsınız.

Bir film sahnesi düşünelim beraber. Bir şarkıyı gözlerini yumarak söyleyen iki kişi olsun bu sahnede.Bir şarkı düşünelim beraber.

Bir okur düşünelim ki bütün yazdıklarınızı bütün katmanlarıyla ve bütün derinlikleriyle anlasın. Dileğimiz bu mu gerçekten? Anlaşılmak mı? Sürekli yanlış anlattığımız  ve yanlış anladığımız kendimizle anlaşmak mı istiyoruz gerçekten de?

Kendine özgü dediğimiz insanlar vardır. Kendileriyle gayet güzel anlaştıkları için mi kendine özgü olduklarını düşünürüz?

Bence “kendine özgü” insanlar en başta kendilerinin ve daha sonra da diğerlerinin yanlış anlama ve anlatma olanağına açık oldukları içindir ki kendine özgü olurlar.

Kendine özgü insanlar bedenlerini baştan ayağa ruh olarak algılama olanağına da sahiptirler. Çünkü beden ve ruh ayrımı çok gerilerdedir “acı ve aşk ile büyüyenler” için.

Ruhları da bedenleri gibi ağır yaralanabilir onların. Zamanın her derde deva olmadığını bilirler. Buna rağmen “kimseye şikayet etmezler”

Bir insan düşünelim ki her kurduğu cümle mantıklı, her duygusu sağlıklı, her isteği makul…

Gerçekten var mı böyle bir insan diye sormak yerine o insanın yerinde olmak ister misiniz diye sorup çekilmek istiyorum köşeme.

Yüzümüzde duyduğumuz yangın ruhumuza su gibi geliyor ve içimizde bir yer hep o yersizliğin peşinde koşuyorsa –mızıkçı bir çocuk, “huysuz ve tatlı kadın” gibi-  anlayamadığımız ve anlatamadığımız o duyguya, anladığımızı zannettiğimiz anda anlamadığımızı anlatan hayata, anlaşamadığımız için seviyor olduklarımıza söylememiz gereken bir şarkı vardır.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder